- “Said Nursi eserlerinde cifiri çokca kullanıyor ve Kuranın tamamının cifir yoluyla bir tefsirinin yapılmasını istiyor. Cifirle de kendi ismine kadar Kuranda 40-50 işaret buluyor eserlerine ve kendisine. Hatta kıyametin zamanını bile söyleme cesareti gösteriyor. Bu Kuran ve hadislerde açıkca reddedilmiyor mu? Cifir yöntemi şiada olan bir yol değil mi? Ehl-i sünnet bunu reddetmiyor mu? Cevşen duasını vahy olarak tevatürle nakledilmiş diyor. Ehli sünnet o zaman neden nakletmemiş? Neden sahih zikirler varken şia kaynaklı bir rivayeti esas almış olabilir?”
Bediüzzaman’ın cifir ve ebced hesabını çokça kullandığı doğrudur. Ancak onun, cifri, Kur’an’ın tamamının tefsiri için kullanılacak bir araç olarak gördüğünü ya da cifre böyle bir ehemmiyet atfettiğini gösteren bir ifadesini bilmiyorum.
Cifir hakkında 9. Lem’a’da şöyle demiştir:
“İlm-i cifir, meraklı ve zevkli bir meşgale olduğundan, vazife-i hakikiyeden alıkoyup meşgul ediyor. Hattâ, kaç defadır esrâr-ı Kur’âniyeye karşı o anahtar ile bazı sırlar açılıyordu; kemâl-i iştiyak ve zevk ile müteveccih olduğum vakit kapanıyordu. Bunda iki hikmet buldum:
“Birisi, “Gaybı Allah’tan başkası bilmez” yasağına karşı hilâf-ı edepte bulunmak ihtimâli var. “İkincisi, hakâik-ı esâsiye-i imâniye ve Kur’âniyenin berâhîn-i kat’iye ile ümmete ders vermek hizmeti ise, ilm-i cifir gibi ulûm-u hafiyenin yüz derece daha fevkinde bir meziyet ve kıymeti vardır. O vazife-i kudsiyede kat’î hüccetler ve muhkem deliller sûiistimâle meydan vermiyorlar. Fakat cifir gibi, muhkem kaidelere merbut olmayan ulûm-u hafiyede sûiistimâl girip şarlatanların istifade etmeleri ihtimâlidir. Zaten hakikatlerin hizmetine ne vakit ihtiyaç görülse, ihtiyâca göre bir nebze ihsân edilir. (…)
“Ezcümle, tevâfuk birkaç cihette birşeyi gösterse, delâlet derecesinde bir işarettir. Bazan bir tek tevâfuk, bazı karâinle delâlet hükmüne geçer…”
Ancak Birinci Şua’da Risale-i Nur’a cifir hesabıyla işaret ettiğini söylediği ayetler üzerinde dururken bu temkinli yaklaşımının, yerini daha bir sarih ve kuvvetli bir kanaate bıraktığını görüyoruz. (Yer tutmaması için iktibas etmiyorum. Aslından okunmalıdır.)
Cifir ve ebced hesabının meşru olup olmadığı meselesine gelince, Bediüzzaman merhumun bu babda sıklıkla zikrettiği bir rivayet vardır. Buna göre Yahudiler, bazı surelerin başında bulunan “huruf-u mukataa”nın ebced hesabıyla değeri üzerinden Ümmet-i Muhammed’e ömür biçmeye kalkmıştır. Sayısal değeri 71 olan “Elif-Lâm-Mîm”i öne sürerek, “Ümmetinin ömrü 71 seneden ibaret olan bu peygamberin dinine mi gireceksiniz?” demişler, sonra Efendimiz (s.a.v)’e dönerek “Daha var mı?” diye sormuşlar, O (s.a.v), “Elif-Lâm-Mîm-Sâd var” buyurmuş; bu defa onun sayısal değerini hesaplamışlar, 131 etmiş… Bu minval üzere devam eden rivayetin sonunda huruf-u mukataalar devam ettikçe sayısal değer de yükselmiş ve Yahudiler “Bu iş içinden çıkılmaz bir hal aldı” diyerek huruf-u mukattaa’nın sayısal değerleri üzerinden Ümmet-i Muhammed’in ömrünü tayin davasından vaz geçmişler.[1]Bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 61.
Ancak Bediüzzaman merhum, görebildiğim kadarıyla Resale-i Nur’da birkaç yerde bu rivayetin sadece baş kısmını zikretmekle yetinmiş, sonunu vermemiştir. Zikrettiği kısım şöyledir: “Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı, huzur-u Peygamberîde, sûrelerin başlarındaki “Elif-Lâm-Mîm”, “Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd” gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler:
“Ya Muhammed, senin ümmetinin müddeti azdır.”
Onlara mukabil dedi: “Az değil.” Sâir sûrelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular…”
Bu rivayeti, Kur’an ayetlerinden cifir hesabıyla farklı delalet boyutları elde etmenin meşruiyetine mesnet kılan Bediüzzaman merhum, rivayetin sıhhati konusunda herhangi bir şey söylememektedir. Oysa bu rivayetin senedinde yalancılığıyla meşhur Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî isimli zat vardır. Bu zat hakkında Hadis tenkitçilerinin kullandığı ve yer tutmaması için buraya almadığım ağır ifadeler için Cer-Ta’dil kitaplarına bakılmalıdır. Dolayısıyla söz konusu rivayetin cifrin bir bilgi elde etme yöntemi olarak kullanılmasının meşruiyetine delil kılınması uygun değildir.
Cevşen’e gelince, Bediüzzaman merhumun bu duanın tevatüren nakledildiğini söylediğine rastlamadım. Evet o bu duayı bir vird gibi hem kendisi okumuş, hem de okunmasını tavsiye etmiştir. Ancak tevatür iddiasına –dediğim gibi– muttali değilim. Bu duanın özellikle Ahmed Ziyauddîn Gümüşhânevî hazretleri tarafından Mecmû’atu’l-Ahzâb isimli evrad ve ezkâr mecmuasına alınmasından sonra ülkemizde yaygınlık kazandığını söyleyebiliriz. Sadece Ehl-i Sünnet’e ait Hadis kaynaklarında değil, Şia’nın rivayet konusundaki temel kaynağı olan Kütüb-i Erba’a’da da zikrine rastlanmaması, Cevşen’in mevsukiyetini ciddi biçimde tartışmalı kılmaktadır.
Bediüzzaman merhumun Cevşen’e atfettiği önem, sadece rivayet tarikinden mevsukiyetine itimat ettiğinden değil, aynı zamanda muhtevasının güzelliğinden, ifadelerinin çarpıcılığından da kaynaklanmış olmalıdır. Onu Efendimiz (s.a.v)’den sabit bir rivayet olarak değil, sadece “güzel bir dua” olarak okumakta herhangi bir mahzur yoktur.
Devam edecek.
Not: Alem-i İslam’a hayırlar getirmesi niyazıyla Kurban bayramınızı tebrik ederim.
Milli Gazete – 7 Aralık 2008
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 61. |
---|