- Sünni biri namazda Şii imamına uya (iktida ede) bilir mi, bu caiz mi? Buna cevaz veren (caizdir söyleyen) alimlerin isimlerini söyleyebilir misiniz?
Fıkıh kitaplarında yaygın olarak zikredilen hüküm şudur: Kişinin benimsediği inanç, küfre varan aşırılıkta değilse, arkasında namaz kılmak kerahetle caizdir. Gerek Şia içinde, gerekse diğer fırkalar arasında küfre varan inançlar benimseyenler olmuştur. Din’den olduğu zaruretle bilinen (mesela tevatürle sabit olan) bir hususu inkâr edenler, “Aliallahîler” ve “Gurabiyye” böyledir. Birinciler, Hz. Ali (r.a)’a –haşa– ilahlık atfetmiş, ikincilerse Efendimiz (s.a.v) ile Hz. Ali (r.a)’ın, iki karga kadar birbirine benzediğini, Cebrail (a.s)’ın, vahyi Hz. Ali (r.a)’a getirecekken, bu benzerlik sebebiyle yanlışlıkla Efendimiz (s.a.v)’e getirdiğini söylemişlerdir.
Ehl-i bid’ata mensup olmakla birlikte tutum ve inancında mutedil olanların imameti ise –yukarıda da geçtiği gibi– kerahetle caizdir.
- Şiilerin cemaat namazında onlarla birlikte namaz kılmak caiz mi?
Şiilerden müteşekkil bir cemaatte Sünni birisinin bulunması ve onlarla aynı (Şii) imama uyması kerahetle caizdir. Bu madde bir önceki maddenin bir başka şekilde ifade edilmiş halidir.
- Şiilerin tekfir edilmesi caiz mi?
Birinci maddede geçtiği üzere Şia içinde inancı küfre varanlar mevcuttur. Bir başka ifadeyle Ehl-i Sünnet, Şia’nın tamamının kâfir olduğunu söylememiştir. Hatta onlar arasında Zeydiyye gibi Ehl-i Sünnet’e gerek itikad, gerekse amel olarak hayli yakın duranlar mevcuttur. Dolayısıyla sorunun, “Şia içinde tekfir edilmesi caiz olanlar mevcut mudur?” şeklinde sorulması daha doğrudur.
- Şiilere rafızi demek caiz mi?
“Rafızî” tabiri ilk olarak Zeyd b. Ali (rh.a)’in Emevîler’e karşı başlattığı isyanda ilk iki halifenin (Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer (r.anhuma)’nın) hilafetini inkâr ederek kendisinden ayrılan İmamîleri anlatmak üzere kullanılmıştır. Ondan sonra ilk üç halifenin hilafetini inkâr edenleri, daha sonra da bütün Şiileri içine alacak şekilde anlam sahasının genişlediğini gördüğümüz bu tabiri tekfir meselesinde kullanırken son derece dikkatli olmak gerekir. Tarih içinde yaşanmış birtakım olaylar, zaman içinde bu tabire “tahkir edici” bir anlam yüklenmesine de sebep olmuştur. Şia içinde Sahabe’ye ve özellikle de ilk üç halifeye, Hz. Aişe validemize (Allah hepsinden razı olsun) karşı saygı ve edep ölçüleriyle bağdaşmayan ifade ve tutumlar benimseyenler olmuştur. Zaten Şia’nın “Ehl-i bid’at” içinde mütalaa edilmesinin sebeplerinden birisi budur. Ancak Sahabe’ye sövmenin, tek başına bu hususun küfür olmadığı, “fısk” olduğu, Takiyyüddîn es-Sübkî’nin es-Seyfu’l-Meslûl’ü ile İbn Teymiyye’nin es-Sârimu’l-Meslûl’ü başta olmak üzere ilgili kaynakların açıkça zikrettiği ve tafsilatıyla işlediği bir husustur.
- “Alim düz ictihad yaparsa iki sevap, yanlış ictihad yaparsa bir sevabı vardır.” Bu hadis sahih mi? Sahihse, o zaman bu hadisin mezhebler arası vahdetin sağlanmasındaki rolü nelerdir?
Soruda kastedilen, “Hakim içtihad edip hüküm verdiğinde isabet ederse iki, yanılırsa bir sevap alır” mealindeki hadis olmalı. Kütüb-i Sitte’ye dahil kaynaklarda, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ve daha birçok Hadis kitabında nakledilmiş olan bu rivayet sahihtir.
Bu hadisin mezhepler arası vahdetin (birliğin) sağlanmasında nasıl bir rol oynayabileceği meselesine ve diğer hususlara haftaya devam edelim.
Milli Gazete – 5 Ekim 2008