Geçtiğimiz Cuma sabahı geldiğim Hollanda’da 3. günüm. Avrupa ülkeleri içinde sesimize (Daru’l-Hikme’nin sesine) ses veren ülkelerden birisi, belki de başta geleni. Bir yandan buradaki teşkilat bünyesinde görev yaparken, bir yandan da okuyan, araştıran, kendini geliştirme yolunda güçlü bir irade ortaya koyan genç kardeşlerimizin davetlisi olarak buradayım bu kez.
İslamî ilimlerin bizim için su kadar, ekmek kadar, hava kadar, hatta onlardan da önemli olduğunun bilincine varmış pırıl pırıl genç arkadaşlar… Ufukları geniş, gelecekleri açık, meselelerimizi özünden kavrama kapasite ve azmine sahip bu gençler bir de sürpriz yaptılar bize: Buradaki yapılanmalarına Daru’l-Hikme dediklerini biliyordum; ama Da-Hi adını da transfer ettiklerini bilmiyordum.
Doğrusunu söylemem gerekirse buradaki bu nüve sadece Hollanda’daki Müslüman varlığı için değil, Avrupa’nın geneli için istikbal vadeden bir potansiyele sahip ve bu yönüyle oldukça heyecan verici.
Aralarından Arapça öğrenmek ve İslamî ilimler tahsiline adım atmak için Suriye’ye gidenler oldu. Meselenin eni-konu farkındalar yani…
Burada dolu dolu geçen programlardan geriye kalan zamanları soru sorarak değerlendirmeleri özellikle not edilmesi gereken bir husus. Almanya’daki gençler arasında kendisini ilmî çalışmalara vakfedenler geliyor aklıma. İbrahim’i hatırlıyorum. Almanya’ya en son gittiğimde önceden hazırladığı neredeyse bir defter dolusu soruyu bir yerden bir yere giderken arabada, yemek yerken lokantada, dinlenirken otel lobisinde… bir anı bile boş geçirmeme hassasiyetiyle durmadan sormuştu. Bu hakikat arayışı, bu bilme arzusu sahih niyet, müstakim iman ve salih amel ile birleştiğinde ortaya çıkacak olanın “alim” prototipi olduğunda şüphe yok.
Hollanda’da da böyle bir ortam var. Bir yandan buradaki gayrimüslimlere İslam’ı nasıl anlatırız gibi bir arzuyla yanıp tutuşurken, bir yandan da kendimizi nasıl geliştiririz sorusunu sürekli gündemde tutan, bu anlamda “keşke İstanbul’da olsaydık, Daru’l-Hikme ekibiyle birlikte bulunsaydık diye tatlı bir hayıflanmayla hep ileriyi işaret eden bu kardeşler gelecek adına gerçekten içimize su serpiyor. Yolları açık, işleri müyesser olsun.
Tabii ki Hollanda ve Avrupa ile ilgili olarak söylenmesi, yazılması gerekenler bunlardan ibaret değil. Zaman zaman Avrupa seyahatlerimi aktardığım yazılarda söz konusu ettiğim gibi buradaki Müslüman nüfusun büyük çoğunluğunun “Müslüman kökenli” nüfusa dönüşmesi en büyük acımız. Bilgi doğruysa sadece Amsterdam’da 1500 civarında eşcinsel Türk genci varmış.
Bu bilginin spesifik olarak doğru olup olmaması değil önemli olan; Batı’da yaşayan Müslüman nüfusun büyük çoğunluğunun kemliğini kaybettiği ve yabancılaştığı herkesin bildiği bir hakikat. Asıl büyük problem bu…
Roterdam İslam Üniversitesi’ne gidiyoruz. Habersiz gittiğimiz için hafta sonunda burada kimsecikler yok. Hollandalı mühtedi profesör Ahmed Refik ile kantinde bir süre sohbet edip çay içtikten sonra Leiden Üniversitesi’ne geçiyoruz. Kütüphanesinde aradığımız kitabı bulamamanın hayal kırıklığıyla ayrıldığımız üniversite, binaları, konumu, saygınlığı ve ciddiyetiyle ayrı bir yerde durduğunu hemen belli ediyor.
Bir Hollanda seyahati daha sona erdi. Damağımda kalan sadece “Lekırbek”in tadı değil….
Milli Gazete – 28 Mart 2011