“Bir yazar”a cevaben kaleme aldığı yazılarından birinde Karaman hoca, Diyanet’in ve Diyanet Vakfı’nın neşrettiği her eser ve yazının Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan geçtiğini, kendisinin de “sahih İslam”ı öğrenmek isteyenlere öncelikle bu kuruldan geçen eserleri tavsiye ettiğini, bu kuruldan çıkabilecek hatalı bir kararın affedilen, hatta ecir alan “ictihad hatası” olacağını söylüyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından neşredilmiş bulunan bütün eserleri kapsayan bu “garanti”ye ne kadar itimat edebiliriz?
Neşri devam eden İslam Ansiklopedisi’nde cehennem azabının ebedîliği meselesi gündeme getiriliyor ve şöyle deniyor: “… Abdülkahir el-Bağdâdî ile birlikte genellikle kelam kitapları ve konu ile ilgili eserlerin çoğu, bütün Ehl-i Sünnet bilginlerinin ve ümmetin geçmiş hayırlılarının cehennem azabının ebediyetini benimsediklerini kaydederlerse de bu isabetli değildir. Çünkü bilindiği kadarıyla, içlerinde Hz. Ömer, Ali ve İbn Abbas’ın da bulunduğu sekiz kadar sahabî ile tabiin ve onları takip den nesillerden önemli bazı alimlerle İbn Teymiyye ve onun yolunu benimseyenlerden oluşan bir grup alim cehennem hayatının birgün sona ereceğini kabul etmişlerdir.”[1]DİA, VII, 232. DİA’ya bu maddeyi yazan Prof. Dr. Bekir Topaloğlu’nun da bu görüşe meylettiği, hatta arka çıktığı anlaşılıyor.
Oysa adı geçen sahabîlerin bu görüşte olduğunu böyle bir kalemde söyleyip geçivermek ne kadar doğru ve ilmîdir? el-Emîr es-San’ânî’nin, bu görüşü çürütmek maksadıyla kaleme aldığı Ref’u’l-Estâr’da da ortaya koyduğu gibi, adı geçen sahabîlerden bu bağlamda yapılan nakiller ya sened itibariyle zayıftır veya konuya delaletleri tartışmalıdır. Bu meseleyi gündeme getiren İbn Teymiyye’nin sıkı takipçilerinden Nâsıruddîn el-Albânî de bu meselede es-San’anî’yi desteklemektedir.
DİA, benzer bir tutumu Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü meselesinde de gösterdi: “Tedvin döneminde Hıristiyan kültürüyle karşılaşmanın bir sonucu olarak nüzul-i İsa inancının İslam akaidine girmiş olması kuvvetle muhtemeldir….”[2]DİA, XXII, 473.
Hoca’ya bakılırsa bütün bunları “ecir alan ictihad hataları” olarak görmemiz gerekiyor!
Keza Diyanet İşleri Başkanlığı’nın neşrettiği İlmihal’de hükümlere garip şekilde illetler tesbit edildiği görülüyor. Daha önce bu eserde, mü’min kadınların gayrimüslim (Ehl-i Kitap) erkeklerle evlenmesinin yasaklanmasının, kadının ve doğacak çocukların dinini menfi olarak etkilemesi ihtimaline bağlandığını, bu ihtimal ortadan kalktığında yasağın da ortadan kalkacağının söylendiğini görmüştük.[3]Bkz. İlmihal, II, 217.
Aynı ilmihalin “haramlar-helaller” bölümünde erkeklerin altın yüzük takmasının ve ipek giymesinin cevazına hükmedildiği, bu konudaki hürmet (haramlık) hükmünün, toplumdaki sosyal dengenin zedelenmemesi ve fakirler üzerinde menfi tesirler uyandırmaması gerekçesine dayandırıldığı görülüyor.[4]İlmihal, II, 77; 89.
Oysa altın ve ipek kullanımı kadınlar için serbest kılınmıştır ve onlar arasında da aynı ihtimal pekala söz konusu olacaktır. Hatta kadınların süslenmeye erkeklere göre daha düşkün olduğu dikkate alındığında, bu serbestînin kadınlar arasında problem oluşturmasının çok daha mümkün ve beklenebilir bir şey olduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır. Herhangi bir hüküm hakkında Kur’an ve Sünnet’te belirtilmemiş illetler tesbit etmek bu çağa özgü bir istinbat anlayışı olsa gerek!
Karaman hocanın Diyanet adına yüklendiği bu tekeffül, DİB ve TDV tarafından neşredilen her eseri kapsayacak şekilde mutlaklık arz ediyor. Dolayısıyla bu iki kurum tarafından neşredilen her eserin her satırı Hoca’nın verdiği garanti ve güven ile okunup “sahih İslam” olarak algılanacak!!
Ben buna “pireye kızıp yorgan yakmak” demeyi tercih edeceğim, siz ne dersiniz bilmem…
Milli Gazete – 28 Mart 2009