Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun –daha önce de bir vesileyle naklettiğim– şu sözü, Özemre hocanın “otoriteye rücu” hakkında söylediklerinden nasıl bir netice çıkarılması gerektiği konusunda bize yol gösterici olacaktır: “Bir ilim dalında otorite olmuş nice kimseler vardır ki, başka ilim dallarında “avam” mertebesindedirler.
“Otoriteye rücu ile herhangi bir otoriteyi “lâ yuhti” (hatasız) kabul etmek arasında elbette fark gözetilmelidir. Ancak birkaç günden beri bu köşede ortaya koymaya çalıştığım hususlar açık biçimde göstermektedir ki, özellikle “naklî ilimler”de otoriteyi devre dışı bırakmaya çalışmak, ona rücudan çok daha fazla tehlikeli ve de “uçuk” bir tavırdır.
Yine bu hususlar açıkça göstermiş olmalıdır ki, bizzat otoriteye rücu’u reddeden Hocanın dahi bu alanda otoriteye şiddetle ihtiyacı vardır!Hoca diyebilir ki, “Benim Hadis ilmi sahasındaki yetersizliğim, taklidî imandan tahkikî imana geçiş sürecinde hadislerin yeni baştan gözden geçirilmesi, dolayısıyla otoriteye rücu anlayışının terk edilmesi gerektiği tezini esastan etkileyici bir unsur değildir.”
İlk bakışta haklı gibi görünse de, Hocanın meseleye bakışı da neticede kendisi tarafından “otorite” kabul edilmiş birilerinin yaklaşımı marifetiyle şekillendiği için bu tez, kendi kendisini çürütücü mahiyettedir. Hoca, hadislerin yeni baştan gözden geçirilmesi gerektiği tezinin kendisinin orijinal bir keşfi olduğunu söyleyemeyeceğine –söylese de inandırıcı olmayacağına– göre burada bu nokta üzerinde daha fazla durmaya gerek görmüyorum.Hocanın, yazısının dipnotlarında recm meselesi, Ebû Hureyre (r.a)’nin güvenilirliği vs. ile ilgili söylediklerine de birer-ikişer cümleyle temas ederek bu bahsi kapatacağım:Recm ile ilgili rivayetlerin Kur’an‘a ters düştüğü, dolayısıyla “uydurma” olarak kabul edilmesi gerektiği tezinin yeni olmadığını biliyoruz.
Bu meselenin birçok boyutunu “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi-I”de (11 ve 12 numaralı yazılar) detaylı olarak ele aldığım için burada bir başka noktaya değineceğim. Hz. Peygamber (s.a.v)’in recm cezasını uyguladığını sadece Ehl-i Sünnet değil, Şia‘sıyla (bkz. Ebû Ali et-Tabersî, “Mecma’u’l-Beyân” (24/en-Nûr, 2 ayetinin tefsirinde), IV, 124; Ebû Ca’fer Muhammed b. Ali (Şeyh Sadûk, “Men lâ Yahduruhu’l-Fakîh“, IV, 24 vd.) Mu’tezile‘siyle (bkz. Ebu’l-Hüseyin el-Basrî, “el-Mu’temed“, I, 255) pek çok fırka kabul ve nakletmiştir.
Öyle bir meseleyle karşı karşıyayız ki, Ümmet-i Muhammed‘in hemen tamamı tarafından kabul ve gereğince amel edilmiş, Sahabe tatbikatına konu olmuş ve onlardan sonra da nesilden nesile rivayet ve uygulama tarikiyle nakledilmiş…Bu durumda ya bu Ümmet‘in tamamına yakınının “uyduruk” rivayetleri bu Din‘e sokarak onu tahrif ettiğini ve yüzyıllar boyunca “uyduruk” rivayetler esas alınarak Allah‘ın emrinin çiğnendiğini, ya da muterizlerin bakış açısında bir sakatlık bulunduğunu söyleyeceğiz! Hocanın yaklaşımını esas alıp aklı hakem kılarsak bu şıklardan hangisine evet dememiz gerektiğine varın siz karar verin…Ebû Hureyre (r.a) meselesine gelince, konu hakkında Arapça‘da bol miktarda çalışma bulunduğu malum. Hocanın bunlardan haberdar ve muhtevalarına vakıf olup olmadığını sormayacağım.
Sormak istediğim şu: Bu sahabînin rivayetleri arasında bulunan, kaynakların haber verdiği ve işaret ettiğim çalışmalarda enine-boyuna tartışılmış olan birkaç husustan sadece birine dayanarak, “Bu durum Ebû Hureyre’nin hadîs rivâyetinde dikkatsiz ve tedbirsiz olduğuna ve, hadîsçilerin râvîlere uyguladıkları kriterler açısından rivâyetlerine i’tibâr edilemiyeceğine delâlet eder” gibi bir genelleme yapmak ne kadar ilmî, objektif ve munsıfane bir tavırdır?
Kendisinin zikrettiği rakamlar üzerinden konuşursak, 5.300 küsür veya 3.800 küsür hadis (Hoca bu ikinci rakamı DİA‘ya dayanarak verdiğini belirtiyor; ancak orada bu rakam, Ebû Hureyre (r.a)’nin sadece “Müsned-i Ahmed“deki rivayetlerinin sayısı olduğu tasrih ediliyor) rivayet etmiş olan Ebû Hureyre (r.a)’nin, birkaç rivayette vaki hata veya yanılgısı üzerinden böyle bir sonuca gitmek doğru kabul edilecek olursa, hadis rivayetinde şu veya bu ölçüde yanılgıya düşmüş olan hiçbir ravinin –Sahabe dahil– bundan istisna edilmesinin izahı yapılamaz!
Bu durumda Hocanın, hadislerin tümünü reddetme ya da hadislerin dinî hayata yön verme fonksiyonunu minimuma indirme tavrının, ilmî ve de objektif bir metodolojiyle ilgisi olmayan sübjektif vehim olduğunu söylemesinin, kendi tutarlılığı bakımından hiçbir değer ifade etmeyeceği açıktır.İki haftadır bu köşede okuduğunuz yazıları yazarken kendi kendime tekrarlayıp durduğum bir cümleyi paylaşayım sizinle: Keşke Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre bu konulara hiç girmemiş olsaydı. Kendi ihtisas sahasıyla ilgili yetkinliği ve bu ülkeye yaptığı değerli hizmetleriyle gözümüzdeki ve gönlümüzdeki saygınlığı elbette devam ediyor. Ancak mesele Din ve onun temellerinden biri olan Sünnet/Hadis olunca, “ihkak-ı hak” sorumluluğu ağır basıyor…Not:Kurban bayramının tüm İslam alemine hayır, bereket ve esenlik getirmesini niyaz ederim.
Milli Gazete – 20 Ocak 2005