Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocanın, “Umran” dergisinin Haziran-2004 sayısında yer alan “Taklîdî Îmândan Tahkîkî Îmâna Geçişin Dramı” başlıklı makalesi, Pınar Yayınları arasında neşredilen “Din İlim Medeniyet (düşünceler)” adlı kitabında (99 vd.) yer alan bir makalenin (“Hadislerin Sıhhati” Meselesine “Objektif Bir Metodoloji” Çerçevesinde Bakış) bir miktar tasarrufa uğramış halinden ibaret.Daha önce (2 Eylül 2003’te) bu köşede “Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh” üzerine yaptığı çalışma dolayısıyla konuğumuz olan muhterem Abdullah Feyzi Kocaer‘in, mezkûr kitaptaki varyantı tenkit eden bir yazısının “Marife” dergisinde (IV/I, 235 vd.) yayımlandığını biliyoruz.
Kocaer‘in “İhtisasın Önemi Ve Hadis Konusundaki Bir Makalenin Düşündürdükleri” başlıklı makalesine Özemre hocanın mukabelede bulunup bulunmadığını bilmiyorum. “Marife“nin mezkûr sayısı 2004 baharına ait olduğuna ve Özemre hocanın makalesinin “Umran“daki versiyonu, bu derginin Haziran-2004 sayısında yer aldığına göre Hoca ya Kocaer‘in tenkidinden habersiz kalmış veya cevap vermeye değer bulmamış yahut da “Umran“daki versiyonu “cevap niyetine” (!) kaleme almış olmalı…Kocaer‘in dikkat çektiği ve bahse konu makalenin her iki varyantında da göze çarpan husus, Özemre hocanın, “yeni hadis Metodolojisi” çerçevesindeki görüş ve argümanlarını, sadece Türkçe (telif veya çeviri) kitaplardan refere etmesi.
Bu durum Hocanın söylediklerinin doğruluğuna ya da yanlışlığına doğrudan etki eder mi? Yahut Hoca Arapça bilseydi ve konunun ana kaynaklarına inme noktasında herhangi bir sıkıntı yaşamasaydı söylediklerinin doğru olduğuna mı hükmedecektik?Şüphesiz hayır! Kocaer‘in, makalesinin başlığına alarak ön plana çıkardığı “ihtisas” meselesi “en az” yukarıdaki mesele kadar önemlidir.
Benim, ilgili birkaç kitabı okuyunca konunun allamesi kesilerek “nükleer bilimler” hakkında ileri-geri konuşmaya kalkmamın “ukalalık”tan öte bir değeri olmayacağı gibi, Özemre hocanın, konu hakkında “tek yanlı” beslenerek Hadis ilminin hem de “Usulü”yle ilgili bu kadar iddialı konuşması da ilim adına en azından “yakışıksız” bir tavırdır!Bir bilim adamı olarak “ciddiyet”in sadece “aklî ilimler” için söz konusu olmadığını, hatta “naklî ilimler”in –en azından ilkine oranla daha ağır –dünyevî ve uhrevî sorumluluklara müncer olması hasebiyle daha fazla “ciddiyet” gerektirdiğini en iyi bilenlerden olan Özemre hocanın konuyla bu seviyede ilgilenmesinin “dinî ve ilmî sorumluluk duygusu”ndan neş’et etmesi, yazık ki başına açtığı sıkıntının def’ine çare değil.Bir kısmını muhterem Kocaer‘in –değindiğim makalede– bahse konu etmesi dolayısıyla Hocanın söylediklerinin tamamını burada ele almayacağım.
Üzerinde durmayı tercih edeceğim hususlar ya Kocaer‘in ele almadığı ya da “Umran“daki versiyonda yer aldığı halde Hocanın adı geçen kitabına aldığı yazıda geçmeyenlerden müteşekkil olacak.
1. “Hz. Peygamber’den rivayet edilen şu üç hadîs de aklın hem bu âlemdeki, hem de âhiretteki önemini çok iyi bir şekilde vurgulamaktadır” dedikten sonra Hoca üç rivayet zikrediyor. Birisi şöyle: “Doğru yolu akıllıdan öğrenin; sözüne isyân etmeyin; sonra nâdim olursunuz.”Yukarıda Hocanın, görüş ve argümanlarını sadece Türkçe eserlerden refere ettiğini söylemiştim ya; o sözümü geri alıyorum. Hoca bu rivayeti –tıpkı sonraki iki rivayet gibi– Arapça eserlerden almış! Zikrettiğim rivayetin kaynağı es-Süyûtî‘nin “el-Câmi’u’s-Sağîr“i olarak gösterilmiş.
Ancak Hoca, istifade ettiği kaynakların künyelerini dipnotlarda bütün detaylarıyla zikrettiği halde bu ve diğer iki rivayet için sadece eser adı zikretmekle yetinmiş. Bunun ne kadar ilmî olduğu ya da ilim dilinde bu durumun hangi kelimeyle ifade edildiği üzerinde durmayacağım. Zira burada daha önemli bir problem var: es-Süyûtî, “el-Câmi’u’s-Sağîr“de (“Feydu’l-Kadîr” ile birlikte, I, 489) bu rivayetin sonuna “dat” harfi koymuş; yani rivayetin zayıf olduğunu belirtmiş. Sebebi, el-Hatîbu’l-Bağdâdî‘nin “Ruvâtu Mâlik“inde ve el-Kudâ’î‘nin “Müsnedu’ş-Şihâb“ında zikredilen senedindeki Selmân b. İsa es-Siczî.”ed-Du’afâ ve’l-Metrûkûn” kitaplarında (zayıf ve rivayeti terk edilmiş ravilerin isimlerinin zikredildiği eserlerde) bu zat hakkında cerhin en ağır tabirlerinin kullanılmış olması, elbette bu rivayetin “zayıf” değil, “uydurma” olarak nitelendirilmesini gerektirir. Bu rivayetin, bu ravinin yer almadığı bir başka senedi daha vardır. Ancak bu senette yer alan ravi Ömer b. Ahmed de sika (güvenilir) raviler adına yalan rivayet uyduran birisidir. (İbn Hacer, “Lisânu’l-Mîzân“, IV, 283.)
es-Süyûtî‘nin bu rivayete –”uydurma” demeyip– sadece taz’if remzi koymakla yetinmesinin bir diğer (belki de “asıl”) sebebi, “Akıl sahipleri ile istişare edin ki doğruyu bulasınız” (el-Münâvî, IV, 490) şeklindeki rivayetin bunu takviye ettiği düşüncesi olmalı. Ancak belirttiğim yerde el-Münâvî, bu rivayetin senedinin “vâh” olduğunu belirtir ki bu tabir, Din‘de delil olarak kullanılamayacak derecede zayıf olan ravi ve rivayetleri niteler. Bununla birlikte böyle rivayetler büsbütün terk edilmez; aynı muhtevadaki başka rivayetleri takviye edici olarak değerlendirilirler.Sözü özü Hocanın ihticac amacıyla ve –doğal olarak(!)– zaafı hakkında en küçük bir uyarıda bulunmaksızın zikrettiği ilk hadisin durumu gerçekten “vah vah” dedirtecek nitelikte.
Devam edecek.
Milli Gazete – 11 Ocak 2005