İslam’ı, altı bin altı yüz küsür Kur’an ayetinden kendi anladıkları şeyden ibaret sayan “yeni din tasavvuru” savunucularının her birinin kendine mahsus bir fıkhı da var tabii olarak. Kur’an ayetlerinin “eskiye muhalif” yorumlanması dışında belki de hiçbir konuda ittifakı bulunmayan bu “yeni din tasavvuru”nun müdafileri, günümüzde tartışma gündemini teşkil eden hususların hemen her birine ilişkin de farklı “ictihad”larda bulunuyor. Siz bu ictihadların mahiyetini iyi biliyorsunuz…
Geçen hafta içi Malatya’daydım. Konferans öncesi kısa bir süre de olsa Malatya’daki Din görevlilerinin bir kısmı ile sohbet etme imkânı bulduk. Sohbet esnasında söz döndü-dolaştı, kadınların özel halleriyle ilgili meseleye geldi. İmam arkadaşlardan birisi, kadınların bu halden çıktıktan sonra gusül abdesti almalarının niçin gerekli görüldüğünü sordu. Kur’an’da bu durumda gusül abdesti alınacağına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığını söylemeye getiren imam arkadaşla birkaç cümlelik muhaveremiz oldu. Sonra namaz vakti yaklaştığı için müsaade isteyip ayrıldı. Biz de akşam namazı için yakındaki camie gittik…
Kadınların özel hallerinin bir “hades” hali olduğunu inkârla, “hastalık” hali tesbitinin daha önce de dillendirildiğini biliyoruz. Biz, “Kur’an’a çağrı” adı altında yapılan bu işin, bir “operasyon”un bir parçası olduğunu söylüyoruz. Zira bu türlü keşiflerde bulunanlar, Sahabe nesli de dahil olmak üzere bu ümmetin tamamının karşısına dikilmeyi bir “marifet” sayıyor. Böyle bir şeyi göze alabilen insanların maksadıyla ya da ruh hallerinin tahliliyle ilgilenmiyoruz. İlgilendiğimiz, bu “ahkâm kesme” tavrının epistemolojik değeri, bir diğer deyişle, bu yeni keşfin delili…
2/el-Bakara, 222. ayeti bu meselenin başlıca delili. Allah Teala şöyle buyuruyor: “Sana hayızdan da soruyorlar. De ki: “O bir ezadır, onun için hayız zamanı kadınlardan çekilin ve temizlenene kadar onlara yanaşmayın, iyi temizlendiler mi o vakit Allahın emrettiği yerden onlara varın, her halde Allah çok tevbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.”
“Kur’an uzmanları” hayızın bir “hastalık” durumu olduğu keşfinde bulunurken bu ayette yer alan birkaç temel noktayı atlıyor:
- Ayet, kadınlar hayız halindeyken onlardan uzak durmayı emrediyor. Bu “uzak durma”nın mahiyetini nasıl tesbit edeceğiz? “Hastalık” söyleminin sahiplerinin, şayet tutarlı olmak gibi bir dertleri varsa, “Kur’an hastalardan uzak durmayı emrediyor” demeleri gerekir. Bu durumda da “hastalık” tanımına giren her ne varsa bu ayetin kapsamına sokularak hükme konu edilmesi kaçınılmaz olacaktır. Kur’an’ın herhangi bir hastalık için böyle bir emir verdiğine dair elimizde ne var?..
- Hasta kadınlardan “uzak durmanın” mahiyeti ve hikmeti nedir? Ayetin devamına baktığımızda “özel anlamlı” bir “uzak durma” ve “yaklaşma”nın söz konusu edildiğini anlıyoruz. Demek ki, buradaki “ezâ” durumunun da özel bir anlamı ve mahiyeti var. Bu mahiyet, aynı zamanda “hikmet” üzerinde isabetli bir şekilde düşünmemize de imkân verir. Ayetin, “eza” hali ile bu durumdaki kadına “yaklaşma” meselesi arasında doğrudan irtibat kurmuş olması anlamsız değildir. Demek ki herhangi bir hastalık halinden bahsetmiyoruz; işbu “eza” durumunun, cinsel ilişki ile doğrudan irtibatı vardır.
Sonuç olarak bu durumda kadına yaklaşıldığında, ruhsal ve bedensel olarak birçok arızanın ortaya çıkacağı izahtan varestedir. Aksi halde ayetten, erkeklerin herhangi bir hastalığa yakalandığında kadınların da onlardan uzak durması gerektiği hükmünü çıkarmak işten değildir!!
- Buradaki “temizlenme” ve “iyice temizlenme”den murat nedir? Hastalanan bir insanın “temizlenmesi” ile “hastalıktan kurtulması” arasında nasıl bir etimolojik irtibat olabilir?
Üstelik bu öyle bir “temizlenme” ki, ayet, o olmadan erkeğin kadına yaklaşmaması hükmünü tazammun ediyor. Öyleyse bu durumun sırf “hastalık halinin sona ermesi” olarak anlaşılması ayetin anlamını tahriften başka bir şey olmayacak!
Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde, heva ve heveslerimizi Kur’an’a söyletmek gibi bir cürmün faili olmamak için pek çok ayrıntıya sahip olan bu meselede aceleyle hüküm vermek yerine, Müslüman hassasiyetinin gereği olarak iyice teemmül edip, ümmetin –Sahabe’den itibaren– ulema, fukaha ve müfessirlerinin üzerinde icma ettiği bir meselede onlara muhalefetin ne anlama geldiğini de düşünüp ondan sonra karar vermek durumundayız…
Milli Gazete – 29 Mart 2010