Bir önceki yazıda muhterem Hilmi Yavuz‘un, eleştirilere cevap vermeye devam edeceğini söylediği halde hafta içi farklı bir konu işlediğini belirtmiş, Cumartesi günü de, artık cevap vermeyi sürdürmeyeceği düşüncesiyle “cevaba cevap” sadedinde birinci yazıyı yazmıştım.
Ancak geçtiğimiz Pazar günü Yavuz konuya tekrar döndü ve eleştirilerle ilgili ikinci yazıyı yazdı. Anlaşılan Yavuz, bize hafta sonları randevu vermeyi tercih edecek. Öyleyse cevabî yazıları bitene kadar bir süre bekleyeceğiz.
Ama izninizle Cumartesi günü ele aldığım konuyu bitirmek istiyorum.
Cumartesi günkü yazıyı, “Kur’an‘ın tevile açık olan ayetleri ise, teknik tabiriyle “zâhir” ve “nass” kategorisine girenlerdir” diyerek bitirmiştim. Kaldığımız yerden devam edelim:
Ayet ve hadislerin “tevil“e konu olması ile lafızlarının açıklık-kapalılık durumları arasında dolaysız bir ilişki vardır. Muhkem ve müfesser lafızlar ile kendi başına mücmel iken icmali (kapalılık durumu) başka bir delil tarafından ortadan kaldırılmış ibareler tevil kabul etmez. Zira bunlardan muradın ne olduğu bellidir.
Ancak “zahir” ve “nass” (bu ayrım Hanefîler‘e göredir. Diğer üç mezhep alimlerinin ekseriyetine göre ise bu ikisi birdir) kategorisine giren lafızlar böyle değildir. Tafsilatı Usul kitaplarında verilen gerekçelerle bu iki kısma giren lafızlar tevile açıktır.
Geçen yazıdan başlayarak verdiğim bu kısa teknik açıklama gösteriyor ki, Yavuz‘un, “Kur’an-ı Kerim’in müteşabih ayetlerinin te’vile açık olması, hiç şüphe yok, te’vile ilişkin içtihad imkanlarını da birlikte getirir” tarzındaki tesbiti, hiç şüphe yok, dayanaktan yoksundur. Ve bu sebeple “bunun böyle olduğunu bilmek için ilahiyat doktoru olmak gerekmiyor” ise de, Usul-i Fıkıh bilmek gerektiği ortada!
Demek ki benim talebim Yavuz’un “malumu ilam” etmesi değil, böyle teknik bir konuda kalem oynatırken meseleye hakkını vermesi…
Yavuz‘un kabule yanaşmadığı bir diğer husus da, “Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında “nesh” kurumu işletilerek Kur’an nassları üzerinde içtihad edildiğini söylemenin ise hiçbir temeli yok. İçtihad edip etmediği tartışmalı bir konu olmakla birlikte, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, sırf kendi içtihadına istinaden herhangi bir Kur’an ayetini mensuh ilan ettiğini söyleyen kimse gösterilebilir mi?” tarzındaki ifadelerim.
Buna cevaben şöyle demiş: “Sifil, ‘Hz. Peygamber zamanında ‘nesh’ kurumu işletilerek Kur’an nassları üzerinde içtihad edildiğini söylemenin hiçbir temeli’ olmadığını ileri sürüyor. Dostum Sifil’in affına mağruren söyleyeyim: Tam tersine, nesh kurumu işletilerek Kur’an nassları üzerinde içtihad etmenin bir temeli vardır. Bu temel, Sünnet’in Kitap’la birlikte Vahiy oluşudur.”
Burada, “İbare, Kur’an‘ın Sünnet tarafından nesh edilebileceğini ifade için sevk edilmiştir; lafzın zahiri ise, Hz. Peygamber (s.a.v)’in bunu içtihad ederek yaptığını ifade ediyor” diyerek Yavuz‘a tevil imkânı bırakmak isterdim. Ne var ki Yavuz, Sünnet‘in Kitap gibi Vahiy olduğunu söyleyerek tevil kapısını kendi yüzüne kapatıyor; dolayısıyla kendisini çıkmaza sokuyor.
Nasıl mı? Şöyle: Sünnet‘in de tıpkı Kur’an gibi vahiy mahsulü olduğunu söylemek doğruysa –ki doğrudur; “ahkâmın tebliği” bağlamındaki Sünnet böyledir ve fakat bunun “O kendi hevasından konuşmaz…” mealindeki en-Necm ayetiyle izahı tartışmalıdır– öyleyse Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Kur’an‘ın hangi ayet(ler)inin mensuh olduğunu ancak vahiy kanalıyla ahz ve beyan edebileceğini, burada içtihada mesağ bulunmadığını söylememiz gerekiyor.
Bu noktada Yavuz, Hz. Peygamber (s.a.v)’in içtihadının vahye dayandığını ya da içtihadında yanılması halinde bu yanılgının vahiy tarafından izale edileceğini, dolayısıyla Kur’an‘ın Sünnet‘le neshinde de böyle “vahye dayalı bir içtihad”ın varlığından söz etmenin yanlış olmayacağını söyleyebilir.
Ancak burada teknik bir problem bulunduğunu görmezden gelemeyiz: Hz. Peygamber (s.a.v) herhangi bir ayetin mensuh olduğunu vahiy kanalıyla öğrenmişse burada “içtihad”dan söz edemeyiz. Eğer “önce içtihad etmiş, sonra da vahiy bu içtihadı takrir etmiştir” diyeceksek, şu sorunun cevabını bulmak zorundayız: Hz. Peygamber (s.a.v) burada “neye dayanarak” içtihad etmiştir?
Bu sorununu cevabı verilmedikçe Yavuz‘un nesh bağlamında Kur’an-Sünnet ilişkisi üzerine yaptığı uzun izahatın hiçbir değeri olmayacaktır…
Milli Gazete – 9 Mart 2004