Bir önceki yazıda problemi ortaya koymuştuk.[1]O yazıda ed-Dürretu’l-Mudiyye adlı risalenin Takiyyüddîn es-Sübkî’ye ait olduğunu söylemiştim. er-Resâilu’s-Sübkiyye’nin naşiri de böyle söylüyor. Hatta Zâhid … Continue reading Bugünden itibaren cevabın izini sürelim.
Her şeyden önce epistemolojik bakımdan Yahudiler’in Talmud anlayışı ile Müslümanlar’ın kaynak anlayışı arasında bariz bir farklılık vardır. Zira Yahudiler, “Tannaim” denen Mişna bilginlerinin Yazılı Tevrat üzerindeki yorumlarının Hz. Musa’ya Sina dağında verilen vahyin kapsamında olduğunu söyler. Tannaim’den olan ve Yahudi geleneğinde önemli bir yeri bulunan Rabbi Akiba ile ilgili olarak Babil Talmudu’nda anlatılan bir menkıbe bu noktanın ehemmiyetini göstermesi bakımından gerçekten ilgiye değerdir:
Menkıbeye göre Hz. Musa Tevrat’ı almak için semaya yükseldiğinde Tanrı’nın bazı harfler üzerine taç koyduğunu görmüş ve bu taçların hikmetini sormuştur. Tanrı, cevaben, nesiller sonra Yahudi toplumu içinde Akiba ben Yosef isimli birinin geleceğini ve her şeyi en iyi şekilde yorumlayacağını söylemiştir. Musa bu önemli kişiyi görmek istemiş ve onun bir dersine muttali kılınmış, fakat Akiba’nın derste anlattığı konuyu kavrayamamıştır. Öğrencileri Akiba’ya, “Bunu nereden biliyorsun?” diye sorduklarında, Akiba, “Bu, Sina’da Musa’ya verilen bir kanundur” cevabını vermiştir. Musa bir yandan bu duruma şaşırırken, diğer yandan da Akiba’nın büyüklüğünü takdir etmiştir. Zira Akiba, onun bile hatırlayamadığı bir kanunu nesiller sonra öğrencilerine anlatmıştır.[2]Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, 122.
Hal böyle olunca, Yahudi bilginlerinin Yazılı Tevrat üzerindeki yorumları aşılamaz, tartışılamaz. Sened silsilesi doğrudan Hz. Musa vasıtasıyla Allah’a ulaşan! bir vahiy nasıl tartışılabilir ki?!
Doğrusu şu ki Yahudiler, din bilginlerinin yorumlarını “Sözlü Tevrat” olarak nitelendirmek suretiyle “dokunulmaz” kılıp Tevrat’ın (Yazılı Tevrat) üzerine çıkarmakla, kendilerini dinin merkezine koymuşlardır. Bir başka ifadeyle Yahudiliğin “abid”i de “ma’bud”u da Yahudiler’dir. Bu noktayı dikkate almadan Yahudiliğin İsrailoğulları’na has bir din oluşunu anlamlandırmak mümkün değildir.
Yahudiler, pratikte Yahudiliğin esasını oluşturan Talmud’un üzerine kapanmak, yani insan sözünü vahiy mevkiine koymakla “tefrid tahrifi”ne giderken, Protestanlar da zaten muharref olan İncil’i her türlü bireysel yorumun nesnesi kılmak, bir diğer deyişle “Her Protestan bir Kutsal Kitap yorumcusudur” anlayışını getirmek suretiyle “ifrad tahrifi”nin faili olmuşlardır. Bu anlayış neticesinde İncil’in kıtalara, ırklara, renklere, hatta cinsiyet ve cinsel tercihlere göre değişen yorumları ortaya çıkmıştır ki, bunun, sıradan bir insan sözü için bile hayli trajik bir durum olduğu açıktır.
Müslümanlar’ı, “Yahudileşiyorsunuz” diyerek geçmişten devralınan ne varsa “hesaba çekme”ye çağıran anlayışın Modern zamanlarda ortaya çıktığına bilhassa dikkat edilmelidir. Bu özelliğiyle bu anlayışın, kendisini İslam bağlamında Protestanlığın Hristiyanlık’taki yerine konumlandırdığında şüphe yok. Sevimsiz ve gayri makbul bir çağrışım alanına sahip olduğu için, “dinde reform”u hedefleyen faaliyetlerin icrası esnasında dahi “Din’de reform olmaz; dinin buna ihtiyacı yoktur” deme arsızlığını gösterdiklerine adlanılmamalıdır.
Milli Gazete – 10 Şubat 2007
Kaynakça/Dipnot
↑1 | O yazıda ed-Dürretu’l-Mudiyye adlı risalenin Takiyyüddîn es-Sübkî’ye ait olduğunu söylemiştim. er-Resâilu’s-Sübkiyye’nin naşiri de böyle söylüyor. Hatta Zâhid el-Kevserî merhum da bu risaleyi es-Sübkîye nisbet ediyor. Ancak yer işgal edeceği için izahından sarf-ı nazar edeceğim birkaç nokta dolayısıyla şu anda bu risalenin İbnu’z-Zemlekânî (Kemaluddîn Muhammed b. Ali)’ye ait olduğunu düşünüyorum. |
---|---|
↑2 | Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, 122. |