Derginin elimdeki (birinci) sayısında, geçen yazılarda üzerinde genişçe durmaya çalıştığım makale dışında Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez‘in içtihadın bağlayıcılığı konusunda, Prof. Dr. Suat Yıldırım‘ın Hamdi Yazır ve Said Nursi merhumların “müteşabihat” konusundaki tesbitleri hakkındaki makaleleri yer alıyor. (Diğerlerine geçmeden burada Suat Yıldırım hocanın makalesine küçük bir katkı: Hoca, müteşabihatın insan bilgisinin genişlemesine katkısı konusunda Elmalılı merhumun kullandığı “… Allah Teala’nın ilm-i beşeri sabit bir nokta-i tenahide tevkif edip malumattan mechulata, noksandan kemale doğru ebedi bir hayata müteveccihen…” ifadesindeki “malumattan mechulata“da bir zühul bulunduğunu, siyaka göre bu ifadenin “mechulattan malumata” şeklinde olması gerektiğini düştüğü bir dipnotta belirtmiş. Zannedersem bu dipnot bir zühul eseridir. Zira İlm-i Mantık‘ta “fikr” ve “nazar” terimleri açıklanırken “malumattan meçhulata” doğru hareketten ve birinden diğerine intikalden söz edilir ki, bilinenden hareketle –kıyas vd. yöntemlerle– bilinmeyeni keşf anlamındadır.)
“Usûl“ün yine bu sayısında Prof. Dr. Abdullah Aydınlı hocanın “Hadis kitaplarının güvenilirliği” meselesine tahsis ettiği enfes bir makale bulunuyor. Rivayet sahasında işlerin, erken dönemlerden itibaren nasıl bir titizlikle yürütüldüğünü, merviyyatı koruma altına almak için farklı yöntemlerin bir arada nasıl başarıyla kullanıldığını görmek için mutlaka okunması gereken bir makale…
Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç hocanın Tasavvuf‘a metodolojik bir bakış getiren, daha doğrusu Tasavvuf‘u bir “anlama usulü” olarak vurgulayan makalesi da üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir meseleye parmak basıyor. Evet, Tasavvuf sadece bir “yaşama” biçimi değil, aynı zamanda bir “anlama” biçimi/yöntemidir. Tasavvuf‘un bu boyutunu göz ardı eden bakış açısı elbette nakıs ve kusurludur…
“Usûl“ün elimdeki sayısı, İslam Felsefesi tarihi ve Büyü-Din ilişkisi ile ilgili iki makaleye ve muhtelif tanıtım yazılarına da yer vermiş. Ancak Tâhâ Câbir el-Alevânî‘nin “İslâmiyyetu’l-Ma’rife” dergisinde “Medhal ilâ Fıkhi’l-Ekalliyât” adıyla neşredilmiş ve “Azınlık Fıkhına Giriş” başlığıyla yapılmış çevirisi, “Usûl“ün bu sayısının ihtiva ettiği yazılar arasında ayrı bir özellik taşıyor. Seçilen konunun hassasiyeti ve iddiası, daha doğrusu “iddiaları” dolayısıyla bu makale, bu köşenin önümüzdeki birkaç yazısının konusunu oluşturacak.
Bildiğim kadarıyla halen Amerika‘da bir akademik kuruluşun başında bulunan el-Alevânî, meşhur Amina Wadud olayının ardından kendisiyle katıldığı bir söyleşide, kadının imamlığıyla ilgili olarak ulema arasındaki ihtilafı zikrettikten sonra (şartlı da olsa) cevaz görüşünü benimseyenlere dikkat çekmiş ve Wadud‘un imamlığıyla ilgili olarak, “Daha önce bana danışmış olsaydı, kendisine, uygun zamanı beklemesini salık verirdim” diyerek konu hakkındaki tavrını da netleştirmişti. (Bu söyleşi için bkz. http://www.aljazeera.net/NR/exeres/90BC8CEB-8454-4913-908A-8177D36C63A8.htm)
Milli Gazete – 17 Temmuz 2005