- Prof. Dr. Faruk Beşer hoca, “İmam Ebû Hanîfe’ye göre olmasa da, yine onun görüşünden çıkarılan sonuca göre” diye başladığı bir cümleye şöyle devam ediyor:”… Kur’an-ı Kerim’in nazmı/lafızları bir bakıma tarihseldirler ve o asıl olan manaya delalet eden vasıtalardan ibaret oldukları için de hâdistirler.”
Hemen arkasından, bu sonucun dahi günümüzde tarihselcilikten etkilenen görüşlerden önemli bir farkı bulunduğunu vurgulamış olsa da, İmam Ebû Hanîfe‘nin konuyla ilgili görüşünden yukarıdaki gibi bir sonuç çıkarılıp çıkarılamayacağı son derece tartışmalıdır.
İmam Ebû Hanîfe‘nin, Kur’an‘ı tanımlarken altını ısrarla çizdiği noktalar, böyle bir sonucun onun görüşünden çıkarılabilmesinin ancak zorlamayla mümkün olacağını göstermektedir: “Kur’an, Allah’ın, mushaflarda yazılı, kalplerde ezberlenmiş, dillerde okunan… kelamıdır.”
Dikkat edilecek olursa mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz/ezberlenmiş, dillerde okunan şey mana değil, lafız/nazmdır. Dolayısıyla “ilahî kelam”ı tanımlarken ağırlıklı olarak onun lafız ciheti üzerinde durmuş olması, İmam Ebû Hanîfe‘nin zihninde Kur’an‘ın lafzı ile manası arasında böyle bir ayrımın söz konusu olmadığını göstermektedir. (Lafızların bizim tarafımızdan telaffuzunun mahluk olması, bizzat lafızların da mahluk/hâdis/tarihsel olmasını gerektirmez.)
- Beşer hocanın İmam Ebû Hanîfe‘nin, Kur’an‘ın mahluk olduğu görüşünü benimsediğini anlatan nakiller hakkında oldukça isabetli yorumlarda bulunduğunu burada bilhassa belirtmem gerekiyor. (Konuyla ilgili olarak el-Kevserî merhumun “Te’nîbu’l-Hatîb“i gerçekten eşsiz bir kaynaktır.)
- 9. İmam Ebû Hanîfe‘nin, namazda Farsça kıraat edilebileceği tarzındaki fetvasının kavmiyetçiliğe karşı bir tavır olduğunu, dolayısıyla günümüzde bu fetvanın, farklı bir kavmiyetçilik ideolojisi doğrultusunda kullanılmasının doğru olmadığını ifade eden Beşer hocanın bu tesbitinin de altı kalın çizgilerle çizilmeli.
- Son bir husus: Beşer hocanın belki de üzerinde en fazla durulması gereken tesbiti bana göre şu: “Kaldı ki onun bu görüşü zaten bir fetvadır ve fetva ise bütünüyle tarihsel bir hükümdür.”
Fetvanın tarihselliğinden, ya hükmü sorulan meselenin “nev-zuhur” olması ya da verilen hükmün açık olmayan bir kıyasa, örfe ve saireye dayandırılması bağlamında bahsedilebilir.
Teknik tanımında yer alan “Allah Teala’nın hükmünü haber verme” özelliğini geçsek bile, fetvanın, “Şer’î delillerin gerektirdiği bir hükmü” ifade etmesi onun tarihsel (hem de “bütünüyle” tarihsel) bir hüküm olarak ifade edilmesine engeldir diye düşünüyorum. Zira eğer burada söz konusu olan, herhangi bir meselenin Şer’î deliller muktezasınca hükme bağlanması ise, meselenin mahiyeti ve cereyan tarzı değişmedikçe hükmün de değişmesi bahis konusu olmayacaktır.
Denebilir ki, fetva veren kişi (müfti), aynı mesele hakkında bir süre sonra görüşünün değişmesiyle fetvasını da değiştirebilir. Bu da fetvanın tarihselliğini gösterir.
Ancak bu itiraz sakıttır. Zira burada hükmün değişmesine sebep olan, “şartlardaki” değil, “delilleri değerlendirmedeki” değişmedir.
Hasılı neresinden bakarsak bakalım, Beşer hocanın, “ahkâm-ı diniyye“nin büyük bir kısmının “tarihsel” olduğunu anlatan bu ifadesine katılmak mümkün değil.
Milli Gazete – 16 Temmuz 2005