Başlığı “Klasik Anlama Usullerini…” diye de koyabilirdim. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da “klasik-yeni” şeklindeki kategorizasyonun aldatıcı olabileceğini düşünüyorum. Gerekçesi, “Kur’an ve Sünnet’in Anlaşılması ve Yorumlanmasında Yöntem Meselesi” başlıklı konuyu tartışmak için oluşturulan İhtisas Toplantısı’na hazırladığım müzakere metninde mevcut. Bu metnin kısaltılmış halini birkaç yazı halinde görüşlerinize sunacağım:
Dr. Tahsin Görgün’ün tebliğini, “Klasik Anlama Yöntemlerinin İmkân ve Sınırları” meselesinin “zemini” üzerine kurgulaması, oldukça isabetli bir yaklaşım. Zira tebliğ sahibinin de ısrarla altını çizdiği gibi bu sorun, ona “nereden” baktığımızla doğrudan ilişkili olarak mahiyet değiştirir.
Görgün’ün bu yaklaşımına –aralarında temelli farklılıklar bulunduğu açık olmakla birlikte–, Heidegger’in, “Metafiziğin Onto-Teo-lojik İnşası”ndan mülhem olarak “Klasik İslamî Usullerin Onto-Epistemolojik temellerinin tesbiti” diyebileceğimizi düşünüyorum.
Tebliğ sahibinin ortaya koyduğu bakış açısının intaç edeceği kaçınılmaz nokta şudur: Tarihte ortaya konmuş bulunan yöntemler –ki bununla ne kastedildiği tebliğ sahibi tarafından zımnen ortaya konmuş bulunuyor–, Müslümanca bakış açısından alternatifsiz ve ikamesizdir. Çünkü otantikliği üzerinde dost-düşman herkesin ittifak ettiği bu yöntemler tesadüfen ya da seçeneklerden birisi tercih edilerek ortaya konmuş değildir. Onları ortaya çıkaran, İslam toplumunun Kur’an’la kurduğu ilişkinin varoluşsal mahiyetidir. Kur’an’ın insan dünyasına hitabı –Mu’tezile de dahil olmak üzere Usulcüler’in ittifakla belirttikleri gibi–, “dil”e müdahale temeli üzerine kuruludur. Varlığını, dil-anlama ilişkisi üzerine kuran ve adı “Anlamanın Temelleri” olan bir ilim dalının bu noktaya ilgisiz kalması elbette söz konusu olamazdı. Buradaki “müdahale” kelimesinin altı çizilmelidir. Zira Kur’an, indiği toplumun varlık ve hayat telakkisini, kullandıkları kavramlara müdahale ederek dönüştürmüştür. “el-Esmâu’ş-Şer’iyye” veya “el-Hakâiku’ş-Şer’iyye” başlığı altında ele alınan bu konunun Fıkıh Usulü’nün meseleleri arasında yer almış olması, konumuz açısından son derece önemlidir.
Bu bağlamda tebliğ konusu olarak tayin edilen “Klasik Anlama Yöntemlerinin (Fıkıh ve Tefsir Usulü) İmkân ve Sınırları” ifadesindeki çoğul “Anlama Yöntemleri” ifadesini teke indirgeyerek sadece Fıkıh Usulü’nü konu etmek sanırım herhangi bir eksiklik oluşturmayacaktır. Zira Tefsir Usulü’nü oluşturan muhtevanın doğrudan “anlama” ile ilgili mebhasleri, hemen tamamen Fıkıh Usulü’nün de ilgi alanı içindedir. Bundan fazla olarak Fıkıh Usulü, “anlama” ile ilgili diğer pek çok sahayı ihata etmektedir.
Böyle olduğu içindir ki Fıkıh Usulü “min eşrefi’l-ulûm” olarak tavsif edilmiştir. Hatta bir Mu’tezilî olan Ebu’l-Hüseyn el-Basrî daha da ileriye giderek, lugavi açıdan sadece Fıkh’ın değil, Tevhid, Adl ve Nübüvvât meselelerinin de Fıkıh Usulü’nden teferri ettiğini söyler. (el-Mu’temed, I, 5.)
Devam edecek.
Milli Gazete – 22 Ekim 2012