Madem ki mesele kerametin örfî anlamının Kur’an‘dan onay alıp almayacağı meselesidir, o halde yapılması gereken, kerametin “lafız” olarak değil, “mana” olarak örfî kullanımı destekler tarzda Kur’an‘da yer alıp almadığına bakmaktır. Her ne kadar bir şeyin “İslamî” olup olmadığını belirlemenin tek yolu “sadece Kur’an‘da” yer alıp almadığına bakmak değilse de, burada “Keramet kelimesi Kur’an’da sizin söylediğiniz anlamda kullanılmıştır; ancak Kur’an, Allah Teala’nın, salih kullar eliyle harikulade olaylar izhar edip etmediği konusunda ne demektedir?” sorusuna muhatap olmamak için Çevikel’in de yukarıda söylediğim noktayı tebarüz ettirmesi gerekirdi.
Burada “veli, velayet, keramet, tevessül“… gibi kavramların ve daha pek çok benzerlerinin istismarı, bunların çeşitli şekillerde çıkar sağlama vasıtası olarak kullanılması, hatta itikadî sapmalara yol açabilecek biçimde saptırılması konusunda Çevikel ile aynı hassasiyeti paylaşmamak mümkün değil. Ancak bu başka şeydir, bu kavramların “İslamiyyet”ini tartışma konusu yapmak daha başka…
Keza kerameti veya keramet izharını velayetin olmazsa olmaz şartı gibi telakki etmek de elbette doğru değildir. Keramet izharı konusunda gerekli bilgiyi ilgili kaynaklar vermektedir. Bunlar arasında kerametin velayet için olmazsa olmaz şart kılındığını söyleyen bir kaynak bulunduğunu ben bilmiyorum.
Dolayısıyla Çevikel‘in bu babda ünlü velilerden yaptığı alıntılar, örfî anlamdaki kerametin hak olduğunu tartışan, kabul etmeyen ve kabul edilmemesini hedefleyen değil, bu anlamdaki kerametin izharının –yine örfî anlamdaki– velayet için şart olmadığını, “kerametsiz veli olmaz” anlayışının doğru olmadığını vurgulamaya, asıl hedefin “keramet” değil “istikamet” olduğunun altını çizmeye yönelik tavırların ifadesi olarak okunmalıdır.
Keramet‘in İslamiyyeti/meşruiyeti konusunda ilgili birçok çalışmada gerekli malumat bulunduğu için –tıpkı tevessül konusunda olduğu gibi– bu konuda da “delil” tartışmasına girmeyeceğim…
Son olarak Çevikel‘in Tasavvuf hakkındaki tesbitine değinerek bu seriyi bitireceğim:
Tasavvuf‘un “zaruriyyat–haciyyat–tahsiniyyat/tekmiliyyat” taksiminde mutlak olarak üçüncü kategoriye girdiğini söylemek isabetli değildir. Zira Tasavvuf‘un hedefini kısaca “nefis terbiyesi” olarak koyarsak, bunun İslam‘ın temel amaçlarından –Çevikel’in tesbitiyle, “iman“la birlikte “zaruriyyat” kategorisini teşkil eden “ahlak“– olduğunu söylemek durumundayız. Dolayısıyla doğru olan, Tasavvuf‘un, herkes için “olsa iyi oldur; ama olmasa da bir zararı yok”lar sınıfına sokulması değil, herkesin kendi özel durumuna ve ahvaline göre kimileri için “zaruriyyat“, kimileri için da “tahsiniyyat” kategorisine girdiğini söylemektir…
Bu seri yazılarda Çevikel‘in tevessül ve keramet konularındaki bazı tesbitlerini bahis konusu ederken amacım doğru bir tasavvur inşasına katkı sunmak, bunun doğru zemin üzerinde gerçekleşmesini temine hizmet etmektir. Bu konularda geçmişte Mu’tezile ile Ehl-i Sünnet ya da İbn Teymiyye ve yandaşları ile karşıtları arasındaki tartışmalarda yeterli delil de mevcuttur, ibret de. Bunları tekrarlamak elbette mümkün, ama şu anda bunun çok büyük bir fayda temin edeceğine kani değilim…
Milli Gazete – 11 Eylül 2005