Dünkü yazının sonunda Fahruddîn er-Râzî‘den yaptığım alıntıyı uzun tutmamın iki sebebi vardı: Birincisi tevessüle Çevikel tarafından kendisine atfen verilen anlamın sağlaması, ikincisi de Çevikel’in yine er-Râzî ile ilgili olarak aşağıya aldığım ifadelerinin isabet derecesinin tesbiti:
Şöyle diyor Çevikel:
“… Bu vesileyle bir hatıram canlandı: Ünlü bir efendinin sohbetindeydim. Efendi “Allah’a yaklaşmak için iyileri vesile etmemiz” gerektiğini anlatıyor ve buna da bu ayeti ve Râzî’nin ayete ilişkin tefsirini delil gösteriyordu. Fakat işin aslı tam tersiydi. Râzî önce “Ta’limiyye fırkası”nın görüşünü naklediyordu: “Bu ayet, Allah’a ulaşmanın yolunun, yalnızca bir mürşidden geçtiği anlamına gelir. İşte bu yüzden Allah, mutlak anlamda, vesile aramayı emretmektedir”. Anlaşılan o ki, Razi’nin reddetmek için alıntıladığı bu cümleler, kendi görüşüymüş gibi sunuluyordu. Eğer bu bir okuma hatası değilse, bir tahrif ve iftira idi. Razi bu görüşü, “Buna cevabımız şudur ki…” diyerek reddeder ve ayetteki vesileyi “Allah’ın rızasını ibadet ve taatla kazanmak” olarak açıklar…”
Oysa bir önceki yazıda verdiğim ifadelerinde açıkça görüldüğü gibi Fahruddîn er-Râzî‘nin burada Ta’limiyye fırkasına itirazı, bu fırkanın “Allah Teala burada kendisine ulaşmak için vesile aranmasını mutlak olarak emir buyurmuştur. O’na iman, en büyük arzulardan ve en şerefli maksatlardandır. Dolayısıyla bunun elde edilmesi için vesile kaçınılmazdır” tarzındaki iddiası dolayısıyladır. Yani Ta’limiyye fırkası, Allah Teala‘ya imanın bile bir öğreticinin rehberliği olmadan gerçekleşmeyeceğini savunmaktadır.
İşte bu noktaya itiraz eden müfessirimiz, “Burada Allah Teala kendisine vesile aranmasını, kendisine imandan sonra emir buyurmaktadır…” diye başlayıp devam eden ifadeleriyle imanın vesileye bağlı olmadığını, vesilenin imandan sonra söz konusu olduğunu beyan etmektedir. Yani imanın vesileye bağlı ve ancak onunla mümkün olduğu görüşünün reddidir burada söz konusu olan.
Şu halde Fahruddîn er-Râzî‘nin vesile konusunda burada söyledikleri ne Çevikel‘in ne de sözünü ettiği “efendi”nin yaklaşımını tam olarak destekler mahiyettedir. Her iki taraf da onun görüşünü yanlış takdim etmektedir. Sadece Çevikel‘in, Fahruddîn er-Râzî‘nin vesileyi “Allah’ın rızasını ibadet ve tatla kazanmak” olarak açıkladığı şeklindeki tesbiti doğruyu yansıtmaktadır.
Esasen Fahruddîn er-Râzî‘nin bu konuya yaklaşımını bu ayet hakkında söyledikleriyle sınırlı bir çabayla anlamak mümkün değildir. Kabir ziyaretinde bulunan kimsenin, ziyaret ettiği kâmil kişinin ruhuyla karşılıklı etkileşim içine gireceğini, yani ruhların bedenden ayrıldıktan sonra da dirilere tesir edeceğini söyleyen (bkz. “el-Matâlibu’l-Âliye“, VII, 275 vd. Ayrıca bkz. 4/en-Nisâ, 70 ayetinin tefsiri) Fahruddîn er-Râzî‘nin tevessül konusundaki tavrını netleştirmek için bundan fazlasına ihtiyaç bulunduğu açıktır.
Ahfeş‘e gelince, Çevikel‘in alıntı yaptığı Ahfeş, Sa’îd bin Mes’ade ise onun Me’âni’l-Kur’ân’ında Maide ve İsra ayetlerinde vesile ile ilgili bir izahat geçmiyor.
Bir sonraki yazıda tevessül meselesinin böyle sınırlı bir çerçevede ele alınmasının niçin doğru olmadığının izahıyla devam edelim.
Milli Gazete – 4 Eylül 2005