Terakki, Örfi Hukuk, Sekülarite Tartışmasına Devam

Ebubekir Sifil2004, Gazete Yazıları, Nisan 2004

Hadis Tetkikleri Dergisi üzerine yazacaklarımı bir süre erteleyip, arayı daha fazla soğutmadan muhterem Hilmi Yavuz‘la yarım kalan mübaheseyi tamamlamak istiyorum.

İzleyememiş ya da unutmuş olanlar için tartışmayı özetlemek isterdim; ancak Yavuz’la karşılıklı yazdığımız 12 yazının özeti bile bir yazı hacminde olacağından, tartışmaya başından muttali olmak isteyenlere 21 Şubat -9 Mart tarihleri arasındaki yazıları internet üzerinden izlemesini salık vererek kestirmeden meseleye girmeyi tercih edeceğim.

Yavuz, (7 Mart tarihli) cevabî 2. yazısında şöyle diyor:

“Sifil, benim Hulefa-yı Raşidin döneminde ‘illet’ ve ‘maslahat’ gerekçesiyle içtihada gidildiğini söylememden, sanki sadece o dönemde içtihada gidilmiş olduğunu söylediğim sonucunu nasıl çıkarmış;- doğrusu anlamak mümkün değil.”

Her ne kadar Yavuz‘un, burada gündeme getirdiği meseleden önce Kur’an ve Sünnet üzerinde içtihad edilip edilmediği konusunda daha önce ortaya koyduğu çelişkili yaklaşım hakkında –21 Şubat tarihli yazıda– söylediklerimi “es geçmiş” olması önemli ise de, yazıyı uzatmamak için bu noktayı okuyucunun dikkatine havale ederek yukarıdaki paragrafa dönelim:

Yavuz‘un “mümkinat” harici gördüğü nokta, bizzat kendi ifadesinden çıkıyor:

“Dolayısıyla, Fıkhın dört temel kaynağından (‘Edille–i Erbaa’) ilk ikisi için (Kur’an ve Sünnet) İçtihad Kapısı, açık değildir;–olamaz da! Bununla birlikte, gerek Hz. Peygamber zamanında Nesih kurumunun işletilmesi ile, gerekse Hulefa–yı Raşidin döneminde ‘İllet’ (‘sebep’) ve Maslahat (‘Kamu yararı’) ile iş görme ilkesinin yürürlüğe konulmasıyla, Kur’an ve Sünnet’te de içtihadi değişikliklere gidildiği biliniyor…”

Yukarıdaki alıntıda siyah puntolarla verdiğim cümleler, Kur’an ve Sünnet’te içtihadî değişikliklere gidilmesi ameliyesini Hz. Peygamber (s.a.v) ve Sahabe dönemleri ile “takyid” etmesi dolayısıyla “İllet” ve “maslahat” ilkelerine sadece Hulefa-i Raşidun döneminde değil, bütün dönemlerde riayet edilmiştir” demeyi sadece imkân dahiline sokmuyor, zorunlu hale getiriyor.

Ancak Yavuz‘un “çeldirme” manevrası karşısında bu noktanın çok fazla bir ehemmiyeti yok. Zira asıl mesele “nassların rağmına” içtihad edilip edilmeyeceği meselesidir ve bu noktada Yavuz‘un suskun kalmayı tercih etmesi, tartışmanın mihverini değiştirmeyecektir.

Yavuz devam ediyor:

“Geçen haftaki yazımda da belirtmiştim: Sifil’in ‘bağlayıcı nasslar’ diye adlandırdığı nass’lar (-ki, bundan, muhkem ayetler kastedilmiş olmalıdır) hakkında içtihada mesağ olmadığı ortadadır. Sifil, ikide birde bunu, yani muhkem ayetler üzerinde içtihad edilmediğini niçin hatırlatmak gereğini duyuyor;- doğrusu bunu da anladığımı söyleyemem. Zira, bunun aksine bir iddiada bulunmuş değilim. İslam Fıkhı’na, Hz. Peygamber’den sonra muhkem ayetlere ilişkin içtihad atfını mal etmeye kalkıştığımı Sifil nereden çıkarıyor;- bunu da anlamak mümkün değil!”

Yavuz‘un, zihninde kurguladığı ve Usul-i Fıkıh‘tan takviyeler aradığı teori üzerinde gereği gibi sarf-ı mesai etmediği görülüyor. Zira;

“Fıkhın İbadat’a dair olan Kitab ve Sünnet hükümleri dışında kalan Muamelat (Özel Hukuk), Münakehat (Aile Hukuku) ve Ukubat (Ceza Hukuku) alanlarında tedvin edilmiş olan seküler kanunların, Bu Dünya’ya ilişkin hükümler getiriyor oldukları göz önüne alınarak ‘maslahat’ cihetinden (‘kamu yararı’ açısından) meşrulaştırılmaları, Modernliğe açılmanın imkanlarını içinde taşıyor değil midir?” sorusu, bağlamı içinde Yavuz tarafından Kur’an ve Sünnet nasslarının “yapısı” konusunda değil, “muhtevası” konusunda bir ayrıma gidildiğini ortaya koyuyor. Başka bir deyişle, bir taraftan Muamelat, Münakehat ve Ukubat alanında mevcut ahkâm üzerinde değişikliğe gidilebileceğini ileri sürerken, diğer taraftan “muhkem” nasslar üzerinde içtihada mesağ olmadığını söylemek –eğer Yavuzmuhkem” ayetlerin sadece İbadat alanına münhasır olduğu inancında değilse– mükemmel bir çelişki örneğidir. Yavuz‘a “ikide birde” muhkem ayetler üzerinde içtihada gidilemeyeceğini söylememin sebebi budur. Zira görüldüğü gibi Yavuz, “bunun aksine bir iddiada bulunmuş değilim” dese de, ne söylediğini bilen birisi için mezkûr üç alandaki ahkâmın değiştirilebilecekler kategorisinde olduğunu söylemekle, bu alanlara ilişkin muhkem nassların değiştirilmesini teklif etmek birbirinden farklı şeyler değildir.

Bir sonraki yazıda “İslam Fıkhı’na, Hz. Peygamber’den sonra muhkem ayetlere ilişkin içtihad atfını mal etmeye kalkıştığımı Sifil nereden çıkarıyor” sorusunun cevabı ile devam edelim.

Milli Gazete – 1 Nisan 2004