Modern çağda karşı karşıya bulunduğumuz en önemli handikap, “Eskiler dini yanlış/eksik anlamış; doğrusu şudur”, tarzındaki takdim biçimleridir. Hem itikadî hem de amelî sahada yaygın olarak görülen bu tavra vücut verenin de, onu cazip kılanın da “modernite” olduğunda şüphe yok.
Meselenin temeline indiğinizde, bir kısmı nevzuhur, bir kısmı da içi boşaltılıp yeniden –farklı bir muhtevayla– doldurulmuş kavramlarla karşılaşıyorsunuz. Özgürlük, barış, insan hakları, adalet, eşitlik… bu meyanda temel fonksiyon icra eden kavramların başında geliyor.
Bu kavramları hayatın gayesi, varoluşun biricik anlamı, yani “Din” haline getirdiğinizde meselenin büyük bölümünü halletmiş oluyorsunuz. Bundan sonra sizi barışa, adalete, eşitliğe… götürecek yolu tayin etmek gibi basit işlemler kalıyor geriye. Bu anlayışa göre geçmişte bizzat Kur’an ve Sünnet tarafından bu ilkelerin gerçekleştirilmesi için öngörülmüş bulunan somut hüküm ve uygulamalar “olmazsa olmaz” değil, sadece birer “örnek”tir. Aslolan ilkelerdir ve onlara ulaşmanın yolu tarihten tarihe ve coğrafyadan coğrafyaya değişir.
Oysa burada gözden kaçırılan son derece önemli bir gerçek var: Din bize hem temel ilkeleri, hem de onların tahakkuk ve hayata intikal ettirilmesinin yolunu-yordamını söyler. Üstelik ne herhangi bir Kur’an ayetinde, ne de Efendimiz (s.a.v)’in herhangi bir söz, takrir ve uygulamasında bu somut hükümlerin zaman içinde değiştirilebileceğine, yerlerine yenilerinin konabileceğine dair en küçük bir ima vardır! Tam aksine, ilkelere ulaşmanın ancak somut hükümlere bağlanmakla mümkün olacağını gösteren pek çok referans vardır.
Ulemanın “Din” tanımını hatırlayın: “Din, akıl sahiplerini, Resul (s.a.v)’in getirdiklerini kabule çağıran ilahî sistemdir.”[1]es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, 105; keza küçük farklılıklarla et-Tânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Funûn, I, 503.
Buradaki “Resul (s.a.v)’in getirdikleri”nin mahiyetini kavramak için Efendimiz (s.a.v)’in gönderiliş gayesine bakmak kaçınılmazdır. O, bir peygamber olarak nasıl algılanması gerektiğini beyan sadedinde, “Sizden hiç kimse, hevasını benim getirdiklerime tabi kılmadıkça iman etmiş olmaz” buyurmuştur.[2]Kaynaklarda genellikle Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a)’dan, Nu’aym b. Hammâd’ın yer aldığı bir senedle zikredilen bu rivayet hakkında en-Nevevî, “Hasen-sahihtir” … Continue reading
Efendimiz (s.a.v)’in burada sadece “adalet”, “özgürlük”, eşitlik”… gibi, içini dileyenin dilediği gibi doldurabileceği soyut ilkeleri kasdettiğini söylemek için yine bizzat bu rivayette kastedilen kimselerden olmayı göze almak gerekir! Zira en başta Kur’an böyle bir anlayışa geçit vermez: “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve kadın için kendi işlerinde(n dolayı) o işte tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulü’ne karşı gelirse, şüphesiz apaçık biçimde sapmış olur.” (33/el-Ahzâb,. 36)
Devam edecek.
Milli Gazete – 15 Eylül 2007
Kaynakça/Dipnot
↑1 | es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, 105; keza küçük farklılıklarla et-Tânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Funûn, I, 503. |
---|---|
↑2 | Kaynaklarda genellikle Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a)’dan, Nu’aym b. Hammâd’ın yer aldığı bir senedle zikredilen bu rivayet hakkında en-Nevevî, “Hasen-sahihtir” demiştir. Onun bu hükmüne, İbn Receb’in Câmi’u’l-Ulûm ve’l-Hikem’de (364 vd.) bu rivayetin birkaç illetle ma’lul olduğu söylenerek itiraz edildiği görülmektedir. en-Nevevî’nin tahsin ve tashih ettiği senedin İbn Receb tarafından taz’if edilen sened olup olmadığı tam olarak tesbit edilmedikçe bu rivayetin mutlak olarak zayıf olduğunu söylemek doğru değildir. Fethu’l-Bârî’de hasen seviyesinden daha aşağı rivayetlere yer vermemeyi iltizam etmiş olan İbn Hacer bu rivayeti Ebû Hureyre (r.a) hadisi olarak zikretmiş ve “ravileri güvenilir (sika) kimselerdir” demiştir. Ondan önce İbn Teymiyye bu rivayeti zikretmiş ve büyük Hadis hafızı Ebû Hâtim tarafından es-Sahîh isimli eserde rivayet edildiğini belirtmiştir. (Mecmû’u’l-‘l-Fetâvâ, X, 288. Bu eserdeki hadisleri tahriç eden Mervân Küçük’ün (Tahrîcu Ahâdîsi Mecmû’ati Fetâvâ, II, 168) verdiği bilgi de maalesef sadra şifa değildir.) |