“İmam Ebû Hanîfe’yi nasıl bilirsiniz?” diye bir soruya muhatap olsak, sanıyorum çoğumuzun ilk etapta yaşayacağı durum “şaşkınlık” olacaktır. Zira ondan bize kadar intikal eden Fıkhî ve Kelamî miras, Ümmet‘in çoğunluğunu teşkil eden kitlede ortak bir “Ebû Hanîfe imajı” oluşturmuştur: O, yaşayan Sünnî Fıkıh mezhepleri içinde en kadim ve yaygın olanın kurucusu ve Ehl-i Sünnet‘in itikadî çizgisini yansıtan –ve alanında yine “en kadim” olma vasfını taşıyan– risalelerin sahibidir.
Ondan tevarüs ettiğimiz Fıkhî ve Kelamî mirasın, yukarıdaki soruyu “anlamsız” kılmaya yeterli olduğunu düşünsek de, “azınlık” tarafında bulunan iki kesimin oluşturmaya/yaşatmaya çalıştığı ikinci bir “Ebû Hanîfe imajı” daha bulunduğunu biliyoruz. Bu kesimlerden ilkini, kendisine “Selefî” diyenler oluşturuyor. İmam Ebû Hanîfe‘yi, hadislerle amel konusunda gerekli titizliği göstermediği ve akla/kıyasa abartılı bir mevki tanıdığı gerekçesiyle itham eden bu kesime teşhiste katılmakla birlikte istintaçda onlardan ayrılan Modernistler nazarında ise bu müddea bir “olumsuzluğu” değil, “örnekliği” işaret etmektedir.
Her halukârda yukarıda sözünü ettiğim imaj, İmam Ebû Hanîfe‘nin Fıkhî ve Kelamî/İtikadî mirası üzerine kuruludur ve onun “Hadis‘e bağlılığı” ile “zühd ve takva” yönünün genellikle görmezden gelinmesi veya yeterince dikkate alınmamasının yansımasıdır.
Bize bu sahalarda mütemmim malumatı veren menba, “Tabakat/Teracim/Menakıb kitapları“dır. Onun Hadis‘le amel noktasındaki titizliği ve zühd, vera ve takvası konusunda bize ancak bu tarz kitaplar doyurucu bilgi vermektedir ve ancak bu bilgilerin devreye sokulmasıyla mütekâmil bir “Ebû Hanîfe portresi“ne ulaşılabilir…
Yine bu tarz kitaplar bize, İmam Ahmed b. Hanbel‘in durduğu yerin, “Selefî“.kardeşlerimizin çizgisiyle örtüşmediğini görme imkânı veriyor. Mesela ez-Zehebî‘nin Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ‘sında (XI, 212) naklettiğine göre İmam Ahmed‘in oğlu Abdullah, babasının, Efendimiz (s.a.v)’in saçıyla “tevessül“de bulunduğunu; onu öptüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söylemiştir.
Yine aynı kaynaktan (XVI, 400-1) öğrendiğimize göre İmam et-Tebarânî ile –kendisi gibi Hadis imamı olan– Ebû Bekr b. Mukrî ve Ebu’ş-Şeyh, Medine‘de bulundukları zamanlardan birinde, açlık içinde geçen birkaç günün sonunda Ebû Bekr b. Mukrî, “kabr-i saadet“e giderek, “Ey Ellah’ın Resulü! Açlık bizi perişan etti!” diye serzenişte bulunur. Medine‘de oturanlardan birisi aynı günün akşamı kapılarını çalar ve “Bizi Hz. Peygamber (s.a.v)’e şikâyet etmişsiniz. Rüyama geldi ve size yardım etmemi emir buyurdu” diyerek elindeki yiyecek dolu sepeti kendilerine verir…
“Tabakat/Teracim/Menakıb kitapları” sadece, “baskın” yönleriyle, dolayısıyla “eksik” tanıdığımız tarihî şahsiyetlerin bütün yönleriyle resmedildiği eserler olarak değil, ilgilendikleri şahsiyetlerin dönemleri hakkında tarihsel, kültürel, sosyolojik, antropolojik… bilgiler sunan kaynaklar olarak da ayrı bir öneme sahiptir. Bu sebeple bu kitapların ihmal edilmesi, hoş görülemeyecek bir eksikliktir.
Milli Gazete – 1 Temmuz 2003