İslam coğrafyasında halkına karşı ılımlı politikalarıyla öne çıkan lider görüntüsünü veriyordu Beşşar Esed. Ta ki malum süreç Suriye’ye de sıçrayana kadar.
Bilindiği gibi sürecin ilk başlarında encamı ilk gören lider oydu. Arap liderlerin halklarının taleplerine kulak vermesinin zamanının çoktan geldiğini söyledi ve takdir topladı. O günden bu yana Suriye’de neler oldu? Suriye halkı bugün niçin ayakta ve Beşşar Esed gerektiğinde babasının Hama’da yaptığını yapmaktan geri durmayacağını gösteren uygulamaların altına niçin imza atıyor?
Burada Esed’in, Suriye halkının taleplerini tatmin edici şekilde karşılayıp karşılamadığı sorusu öne çıkıyor. Hama’da yaşananların hafızalardaki tazeliğini koruduğu bir süreçte ne oldu da Suriye halkı ve Suriyeli ulema Esed’in demir pençesiyle karşılaşmayı göze alarak sesini yükseltti ve kan aktı?
Sözün hemen burasında bir noktaya dikkat çekelim: Suriye’de olayları ulemanın yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Yönetimin halka mesajlarını başta Ramazan el-Bûtî olmak üzere dinî kimlikli insanların (dinî hizmetleri yürüten vakıfların yetkililerinin mesela) taşıması, olayların cami merkezli olarak ortaya çıkması gibi unsurlar bunun göstergeleri olarak okunmalı. Her geçen gün sertlik dozunu biraz daha artıran ve ulemanın sesinin kısılması amacıyla uygulamaya konulan tedbirler de bu noktada dikkate alınması gereken bir diğer önemli husus.
Kim ne derse desin, Suriye’de bu olaylardan önceki süreçte de “baskı” hissedilir boyutta mevcuttu. Ve o süreçte Ramazan el-Bûtî ve çizgisindeki alimler, yönetimi halkın taleplerine kulak vermeye ikna etmekten çok, halka yönetimin sinir uçlarına dokunmamayı telkin eden bir politika izledi. el-Bûtî halen aynı işlevini devam ettiriyor ve Müslüman halkın kendi sahici kimlik kodları üzerinde hareket etme talebini “fitne” olarak takdim ediyor. Bunun yerine Esed yönetimine, söz verdiği reformları vakit geçirmeden hayata aktarmasını telkin etmesi gerekirdi oysa.
Suriye halkınğn sürecin başında soğukkanlılığını muhafaza etmesini ne el-Bûtî ve onun çizgisindeki alimler, ne de Esed yönetimi doğru okudu. Şimdi gelinen noktada işe yaradığını düşündüğü “karartma” ortamında kendi halkının kanını akıtan Esed, bunu yapmak yerine sürecin başında Arap liderlere yaptığı çağrıyı hatırlamalı. Babasının Hama’da yaptığı icraatın bir benzerini o da Der’a’da ortaya koyabilir. Hatta Kaddafi’nin işlediği hayati hayatı işleyip, İslam coğrafyasını bir kere daha “made in West” imzalı askerî ve ekonomik icraatların alanı haline getirebilir. Ama artık ne İslam Dünyası ne de Suriye halkı baba Esed’in dönemindeki gibi.
Fıkhu’s-Sîre, Davâbitu’l-Maslaha gibi şaheserlere imzat atmış bulunan Ramazan el-Bûtî’ye ve onun çizgisindeki alimlere bir sözümüz var: “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında adaletli söz söylemektir”[1]Ebû Dâvud, “Melâhim”, 17; et-Tirmizî, “Fiten”, 13; en-Nesâî, “Bey’at”, 37; İbn Mâce, “Fiten”, 20; Ahmed b. Hanbel, III, 19, IV, 315. hadisi herkesten önce size hitap ediyor. Meydanlara dökülen insanların gayrimeşru bir talebi varsa bunu engellemek de, Esed’i gayrimeşru uygulamaları terk edip halkının sesine kulak vermeye ikna etmek de sizin sorumluluğunuz. Bu noktadan sonra ne halkı yönetime itaate çağırmak, ne de yaşananları “fitne” olarak etiketleyip işin içinden sıyrılmak çözüm getirir…
Milli Gazete – 11 Nisan 2011
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Ebû Dâvud, “Melâhim”, 17; et-Tirmizî, “Fiten”, 13; en-Nesâî, “Bey’at”, 37; İbn Mâce, “Fiten”, 20; Ahmed b. Hanbel, III, 19, IV, 315. |
---|