Modern zamanlar, pek çok İslamî hüküm, değer ve inancın bizzat Müslümanlara tartıştırıldığı zaman dilimleri olarak kayda geçiyor. Her ne kadar biz benzer bir durumun Sahabe kuşağı henüz hayattayken yaşandığını görüyor isek de, arada önemli bir fark var: O dönemlerde bu meseleleri tartışanlar, Müslüman toplum tarafından hiçbir zaman benimsenmemiş, hep eğreti durmuş, hep “heretik/sapkın” olarak değerlendirilmiştir. Bugünse bilhassa Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte, bir devlet gücünü, bir sermaye birikimini arkasına alan bu tür yapılanmalar, elde ettikleri imkânlarla bid’atlarının propagandasını yapıyor; bu suretle her geçen gün daha fazla sayıda insana ulaşıyor. Şu hakikatin altını kalın çizgilerle çizelim: Bu akım ve kişiler ilim bakımından Ehl-i Sünnet’ten ileride olduklarından değil, bid’atlarının propagandasını etkin olarak yapma imkânına sahip bulunduklarından toplumun bir kesimi nezdinde itibar sahibi oluyor.
Usta bir propaganda dili kullanılarak insanımıza, asırlardır din adına yanlış bilgilendirildikleri telkin ediliyor ve bu telkini yapanlar, bu “tarihî arıza”yı (!) “Kur’an adına” düzeltmek için canla başla çalışıyor!!
Abdullah b. Abbâs (r.a)’ın naklettiğine göre Hz. Ömer (r.a) bir konuşmasında “recm”den bahsetmiş ve şunları söylemiştir: “Bu konuda sakın aldanmayın! Zira recm, Allah Teala’nın haddlerinden bir haddir. Dikkat edin! Resulullah (s.a.v) da recmetti; O’ndan sonra bizler de bu cezayı uyguladık. Eğer insanların, “Ömer, Allah’ın Kitabı’na, onda olmayanı ilave etti” deme ihtimali olmasaydı, recm hükmünü mushafın (bir sayfasının) kenarına yazardım. (…) Dikkat edin! Sizden sonra birtakım insanlar gelecek; recmi, şefaati, Deccal’ı, kabir azabını ve (günahkâr) bazı (mümin) kimselerin cehennemde (bir süre azap görüp) karardıktan sonra oradan çıkacağını yalanlayacaklar.”
Bu, son derece ilgi çekici bir rivayettir. Hz. Ömer (r.a)’ın, burada söylediklerini “kendi tahmini” olarak söylediğini düşünmek mümkün değildir. Burada ileride cereyan edecek bir durumdan haber verilmektedir ve Efendimiz (s.a.v)’den işitilmiş bir bilgiye dayandığında şüphe yoktur.
Hz. Ömer (r.a)’ın haber verdiği bu hususlar, ulema tarafından, Hz. Ali (r.a) döneminde ortaya çıkan Hariciler tarafından dile getirilen bid’at görüşlerle tefsir edilmiştir. Rivayetin böyle tefsir edilmesi elbette yanlış değildir. İslam tarihinde Sünnet konusunda arızalı ilk algı tarzı Hariciler’de görüldüğü için bu açıklama tarzı isabetlidir. Hadis şerhlerinde bu gibi durumlar zikredildikten sonra “Hamdolsun bugün artık bu türlü şeylere rastlanmamaktadır” tarzında cümleler okuduğumuz zaman hayıflanıyoruz. “Bir de bugünleri görseydiniz” diyoruz…
Bu bid’at tavrın, geçmişteki Sünnet inkârcılarının günümüzdeki uzantılarından da sadır olmasına şaşırmamalıdır. Asıl şaşırmamız gereken, bize 1400 sene önce haber verilmiş bulunan bu ve benzeri sapmaların teşhisi konusunda görülen tereddütlerdir.
Benzeri bir durumu “kader” meselesinde de görüyoruz. Bu meselede de ilgili Kur’an sıra hadislere geliyor ve kader konusundaki rivayetlerin “Emevi uydurması” olduğu büyük bir rehavet içinde söyleniyor…
Bu türlü meseleler söz konusun olduğunda evvel emirde yapılanın bir “zihin oyunu” olduğunu unutmamakta fayda var. Önce Kur’an’ın bu meselelere delalet etmediğine inandırılırsınız. İş hadis rivayetlerine kaldığında yapılacak şey bellidir: “Uydurma” der, meseleyi bitirirsiniz.
O halde öncelikle Kur’an’ın ilgili hususlara delaleti konusundaki illüzyonu fark etmeli, arkasından hadis rivayetlerine geçilmelidir…
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 23.
Milli Gazete – 11 Nisan 2013