Günümüzde Müslümanlar’ın “içtihad” kurumunu çalıştırması gerektiği konusunda yazılıp çizilenlerin, pratiğe aktarılma şansı/imkânı konusunda hiçbir zaman emniyet hissi içinde bulunamayacağımız bir “tekinsizliği” işaret ettiğini düşünüyorum. Çünkü içtihadın bir “sistem” meselesi olduğunu biliyorum.
Açayım: Mutlak içtihattan söz edebilmek, Kur’an ve Sünnet‘i, mevcutlardan farklı bir temele yaslanarak gerçekleştirilen farklı bir “okuma” biçiminin varlığına bağlı olduğuna göre, mutlak içtihad iddiasının, mevcutlardan farklı, yani özgün bir sistem gerektirdiği bedihîdir. Mutlak içtihad iddiasında bulunan kişinin, öncelikle dört başı mamur bir şekilde oluşturulmuş, tartışmaya açılmış ve “rüşdünü” ispat etmiş bir sistem kurmuş olması gerekir. Bahse konu iddia ancak bu şartla dikkate alınmaya değer bulunabilir.
İddia sahibinin böyle bir “mühimme”nin üstesinden gelip gelemeyeceği, birikimine, kapasitesine ve “sistem kurma” konusundaki yeteneğine bakılarak anlaşılabilir. Bu üç husus (birikim, kapasite ve yetenek) altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken vazgeçilmezlerdir. Bu itibarla, “yeni içtihad isterük” sloganını duyduğunuzda, öncelikle sesin sahibine bakın. Eserlerinde, yazıp söylediklerinde ve hedefinde bu üç hususu tespit edemiyorsanız, gülüp geçin…
Bir önceki yazıya konuk ettiğimiz İmam eş-Şa’rânî bu noktada son derece ilgi çekici bir örnektir. Onun, el-Mîzânu’l-Kübrâ‘da ortaya koyduğu ve pratize ettiği sistem, her bakımdan özgündür ve ilmî mirasımıza olan derin vukufiyetinin en bariz göstergesidir.
Adı geçen eserinin 36. faslında, ezberlediği ve hocalarından –bir kısmını defaatle olmak üzere– okudukları yanında kendi başına mütalaa ettiği eserlerin adedi konusunda söyledikleri insanı dehşete düşürmeye yetiyor.
Malum olduğu gibi İmam eş-Şa’rânî, mezkûr eserinde, müçtehid imamların ihtilaflı görüşlerini “teşdid-tahfif” denklemine oturtarak izah etmiş ve bu sistemini oturttuğu temelleri, eserinin girişinde alabildiğine geniş bir şekilde açıklamıştır. (Benzeri bir çalışmayı, 6/12. asır ricalinden Ebu’l-Alâ Sâ’id b. Ahmed b. Ebî Bekr er-Râzî‘nin, el-Cem’ Beyne’t-Takvâ ve’l-Fetvâ fî Mühimmâti’d-Dîn ve’d-Dünyâ isimli eserinde gerçekleştirdiğini, bu eseri bizzat görüp mütalaa eden M. Zâhid el-Kevserî‘den öğreniyoruz. Bildiğimiz kadarıyla müellif hattıyla tek nüsha halinde Kastamonu‘daki Numaniyye Kütüphanesi‘nde mevcut olan bu eser iki cilttir ve “ilim”, “amel” ve “ahlak” olmak üzere üç kısımdan müteşekkildir. “Amel” kısmında ele alınan meselelerde ihtilaflar “fetva-takva” denklemine oturtularak açıklanmıştır. el-Mîzân‘dan yaklaşık 400 sene önce kaleme alınmış olan bu eser –eğer başına bir hal gelmemişse–, hala kendisini gün yüzüne çıkaracak himmetli elleri beklemektedir.)
Evet içtihad kapısı açıktır; ancak oradan geçme niyetinde olan kişinin, böyle özgün bir sistem kurma istidadında olduğunu ispatlaması gerekir. Esasen bana sorarsanız, bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, mutlak içtihattan ziyade, varisi bulunduğumuz ilmî birikimin, bu tarz özgün bir okumayla ihya edilmesidir…
Milli Gazete – 5 Haziran 2003