Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertip ettiği Birinci İhtisas Toplantısında hermenötik konusunu cesurca ele alan tebliğinde Dr. Mustafa Öztürk, “Kur’an’ı anlama ve yorumlama sorunu, her zaman olduğu gibi güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir sorun olarak karşımızda durmaktadır” diyor. “Kur’an’ın ne dediği, hatta ne demek istediğinin gayet açık olduğu ve yapılması gereken tek şeyin Allah’ın adeta bir prospektüs tarzında beyan ettiği emir ve yasaklarına gore hareket etmek olduğu” tezine karşı, “Biz, Allah’ın doğrudan doğruya miladi yedinci yüzyılın Arap Yarımadası’nda yaşayan insanların dil ve kültür evreni içinde vahyettiği kelamındaki beyanların günümüz Müslümanları için son derece açık ve anlaşılabilir bir keyfiyet arzettiği kanısında değiliz” diyor ve ekliyor: “Zira vahyedilen ayetlerdeki lafızların tümü bugün Kur’an metninde mahfuz olmakla birlikte, ilk defa jest ve mimiklerin eşliğinde mübarek bir ağızdan sadır olan ve canlı bir diyalog ortamında şifâhî olarak aktarılan bu sözün tabii bağlamı, aradaki bin küsür yıllık mesafe sebebiyle yok olmuştur.”
Kısaca özetlemeye çalıştığım bu girişten sonar Hermenötiğin Batı’daki serüvenini özetleyen Öztürk, ardından, Müslümanlar’ın hermenötiğe itirazlarını ele alıyor ki bunlar –çok kısa olarak– şu noktalarda toplanıyor: 1. Hermenötik yöntemi esas alan bir yorumcu metni yazarından daha iyi anlayacağı iddiasını taşır. Bu demektir ki, Kur’an’ı (bu yöntemle. E.S.) yorumlamaya kalkan bir kişi Allah’ın ne dediğini O’ndan daha iyi bilebileceği iddiasından hareket eder. 2. Dilthey’in “eşduyumsal yeniden yaşama” formülü Kur’an’a tatbik edilemez. Zira ontolojik farklılıktan ötürü Allah ile insan (yorumcu) arasında hiçbir şekilde empati kurulamaz. 3. İnciller (ve Tevratlar. E.S.) insan eliyle telif edildiği için otantik değildir. Dolayısıyla hermenötik yentemin onlara uygulanması makul ve (hatta E.S.) kaçınılmazdır. Oysa Kur’an metninin orijinali elimizdedir.
Bu itirazlara tebliğ sahibi şöyle itiraz ediyor: 1. iddia, tek bir hermenötik yöntem varsaymaktadır. Oysa gerçekte birden çok hermenötik yöntem vardır. 2. Allah, sözünü beşeri düzleme indirmek suretiyle bir anlamda tarihe girmiş ve tarihin içinden konuşmuştur. Çoğu ayetlerde muhataplarının tecrübe dünyasından söz ettiği içindir ki, iletmek istediği mesajın temel/tümel esprisini iyi kavrayan Hz. Ömer gibi bazı sahâbiler, O’nun olan bitenler hakkında ne buyuracağını önceden kestirebilmiş, hatta bazı ayetler, sahâbîlerin herhangi bir konu hakkında dile getirdikleri sözlerle ayniyet arzeden bir formatta vahyedilmiştir. Bütün bunlar, Allah’ın zatıyla değil ama, vahyin ruhuyla empati kurmanın beşeri bir imkân olduğunu gösterir. 3. Kur’an’ın lafızları mahfuz olsa bile, lafızların ilk muhatapların zihinlerindeki anlam içerikleri bugün yeniden keşfedilmeye muhtaçtır. Dolayısıyla bu lafızların nüzul ortamında neye delalet ettiklerini belirlemek zorunludur.
Öztürk’ün tebliğinden bugünlük son bir pasaj: “Hermenötik yöntem esas alındığında Kur’an’ın bir adanış metni olmaktan çıkıp bir bilgi nesnesine dönüşeceği riskinden de söz edilebilir. Ancak ne dediği ve bizden tam olarak ne istediği anlaşılmayan bir metne adanmanın çok fazla bir değer taşıdığını söylemek zordur. (…) Bu aşamada Kur’an’a epistemik bir nesne olarak yaklaşmak bir bakıma kaçınılmazdır. Klasik dönem fıkıh ve usûl alimlerinin Kur’an’a yaklaşımları da bundan pek farklı olmamıştır.
Milli Gazete – 15 Ekim 2002