Her ilim dalında kendisinden sonra gelenlere iz açıp yol gösteren, rehberlik ve kaynaklık eden çalışmalar vardır. Konuyu Tefsir sahasına inhisar ettirerek örneklendirecek olursak, ez-Zemahşerî‘nin el-Keşşâf‘ı, Fahruddîn er-Râzî‘nin Mefâtihu’l-Gayb‘ı ve Ebû Hayyân‘ın el-Bahru’l-Muhît‘inin dirayet tefsirleri, et-Taberî‘nin Câmi’u’l-Beyân‘ı ve İbn Kesîr‘in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm‘inin rivayet tefsirleri üzerindeki etkisi malum ve müsellemdir. İşarî/Tasavvufî tefsirler arasında da –mütekaddimuna ait eserleri hariç tutarak söylersek– İsmail Hakkı Bursevî‘nin Rûhu’l-Beyân‘ı böyle bir özelliğe sahiptir. Kendisinden sonra kaleme alınmış birçok eserde Rûhu’l-Beyân‘ın izi ve etkisi vardır.
- asır ricalinden olan İsmail Hakkı Bursevî (rh.a), 20 seneyi aşkın bir zamanda tamamladığı tefsirinde ayetlerin bütün vecihleri üzerinde durmamış, bunun yerine kolay anlaşılacak sade bir tefsir tarzını benimsemiştir. Eserinde bol miktarda nasihat, terğib, öğüt ve ibret ağırlıklı kıssalar, Farsça beyitler ve Tasavvufî eserlerden alıntılar vardır.
Her ne kadar Tasavvufî/işarî tefsir kategorisinin tipik örneklerinden ise de, Rûhu’l-Beyân‘da Kur’an‘ın Kur’an‘la, Sünnet‘le ve Sahabe ve Tabiun akvaliyle tefsirine de riayet edilmiştir. Bu bakımdan onun hem rivayet hem de dirayet tefsiri olduğunu söylemek mümkündür.
Şu kadar ki, ihtiva ettiği bazı rivayetler dolayısıyla Rûhu’l-Beyân‘ın, el-Kevserî ve Abdülfettâh Ebû Gudde gibi Hadis sahasının otoritesi olan ulema tarafından eleştiri konusu yapıldığını görüyoruz. Eserin çevirisinin başında yer alan “İsmail Hakkı Bursevî Hazretlerinin Hayatı ve Eserleri” isimli çalışmasında Dr. Ali Namlı da bu noktaya dikkat çekmiş ve Ebû Gudde‘nin, Bursevî hakkında kullandığı “Lâ yede lehû bi ilmi’l-Hadîs” (Hadis ilminde birikimi yoktur) ifadesine itiraz ederek bu tenkidin mübalağalı olduğunu söylemiştir. Ardından da onun, İbn Hacer‘in Nuhbetü’l-Fiker‘ini şerh ettiğini hatırlatmış ve meselenin, Bursevî‘nin Muhaddisler tarafından belirlenen Hadis Usulü kriterlerine riayet etmekle birlikte “keşf“i de hadis tesbit ve tashihinde bir kriter olarak benim semesinden kaynaklandığını söylemiştir.
Hadis tesbit ve tashihinde “keşf“in belirleyici kılınıp kılınamayacağı, Ehl-i Tasavvuf ile Ehl-i Hadis arasında süregelen bir tartışmadır ve yukarıdaki problem de buradan kaynaklanmaktadır. Kısmetse ileride bu mesele üzerinde ayrıca dururuz…
Rûhu’l-Beyân‘ın çevirisinde dikkat çeken noktalara gelince, itina ile hazırlanmış fizik görüntü (cilt, sayfa düzeni, kapak, harf karakterleri vb.) konusunda söylenebilecekleri bir kenara bırakırsak, mütercimlerin, eserin aslında mevcut bazı yerleri faydadan hali olduğu düşüncesiyle tercüme etmeyip, dileyenleri cilt ve sayfa numarasını verdikleri yerlere havale ettikleri görülüyor. Birinci cildin başına yayınevi tarafından konan “sunuş” yazısında da okuyucu bu noktada uyarılıyor.
Bu haliyle Rûhu’l-Beyân çevirisine, “tartışmak” ya da “eleştirmek” için değil de “öğüt ve ibret almak” için Kur’an tefsiri okumak isteyenlerin hedeflendiği bir eser özelliği kazandırılmış. Çeviride sağlanan akıcılığın da bu noktada önemli bir rol üstlendiğini özellikle belirtmek –dolayısıyla mütercimleri de ayrıca kutlamak– gerekiyor.
İrtibat için:
Erkam yayınları tel: 0212.671 07 00 – 513 35 80
Milli Gazete – 5 Şubat 2006