Reelpolitik Tutum ve Osmanlının Gölgesi

Ebubekir Sifil2009, Gazete Yazıları, Ocak 2009

Başbakan’ın Davos’taki çıkışının arkası nasıl gelir? Ya da gelir mi? Bu çıkışın doğuda ve batıda yankıları, daha da önemlisi “yansımaları” ne olur? Bütün bunları zaman gösterecek. Söz konusu “çıkış”ın sebebi ne olabilir diye düşündüğümüzde birkaç seçenek çıkıyor karşımıza:

  • Siyonist Perez’in Davos’taki malum panelde beden dilini de kullanarak kendisine yönelik olarak yaptığı göndermeler.
  • Türkiye’yi ziyaret eden siyonist Olmert’in garanti vermesine rağmen, ziyaretten birkaç gün sonra Gazze işgalinin gerçekleşmesi üzerine hissettiği “aldatılmışlık” ya da ofsayta düşürülmüşlük psikolojisi.
  • “Moderatör”ün moderasyon biçimi.
  • Yaklaşan yerel seçimleri de hesaba katarak Türkiye kamuoyunda Gazze işgali meselesinde AKP’nin yaşadığı prestij ve oy kaybı endişesi (İsrail Dostluk Grubu’nun uzun süre istifa etmemekte direnmesi, İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesi konusundaki baskılara gösterdiği “Bakkal dükkânı yönetmiyoruz, bekâra karı boşamak kolay” tarzı tepkilerin kamuoyu üzerinde yaptığı etki, SP’nin yükselişi vb.)
  • Başbakan’ın Gazze işgali hakkında, samimi olarak derununda hissettikleri.

Başbakan’ın Davos’taki “yerinde” ve “gerekli” çıkışının arkasında bu ihtimallerin biri, birkaçı veya hepsi olabilir. Bu aşamada önemli olan böyle bir tepkinin gösterilmesiydi ve gösterildi…

Bu, uluslar arası dengeler, bağlantılar, angajmanlar hesap edilerek verilmiş, reelpolitik yanı güçlü bir tepki midir? Şüphesiz hayır! Hatta belki bir süre rahatsızlık yaşandıktan sonra, etkisi zaman içinde giderek azalacak ve yerini reelpolitik hazretlerine terk edecektir. Önemli olan bu değil.

Önemli olan “reelpolitiğin canı cehenneme” diyerek bu tepkinin verilmiş olmasıdır; böyle tepkilerin verilebilir olduğunun görülmüş ve gösterilmiş olmasıdır. Sadece Gazze’nin, Filistin’in ya da Ortadoğu’nun değil, bütün dünyanın mazlumları şimdi bu duruşa her zamankinden daha fazla muhtaç bulunuyor. İzzetin Allah’a, Resulüne ve Mü’minlere ait olduğu gerçeğini bütün ilişkilerimizde ve tavırlarımızda belirleyici kılabilsek, aşılmaz gibi görünen pek çok engelin yerle bir olduğunu göreceğiz. Ama önce bizim bu bilinci kuşanmamız gerekiyor…

Başbakan’ın bu tutumunun hem doğuda hem batıda –ama özellikle doğuda– zihinlerde hemen “Osmanlı” çağrışımı yaptığı gerçeği üzerinde iyi düşünmek zorundayız. Osmanlı belki somut varlık olarak çekildi dünyamızdan; ama onun ruhu hala burada ve burada olduğunu her fırsatta herkese hissettiriyor.

Başbakan’ın hepimizin içine su serpen, hepimize “işte bu!” dedirten tavrının “sonuç getirici” olarak görülemeyeceğinin en önemli göstergesi, yukarıda sözünü ettiğim ilişkiler, bağlantılar ve angajmanlardır. İsrail’le TSK’nın modernizasyonu çerçevesinde ve daha başka alanlarda yürütülen ilişkiler, bu ülkeyle aramızdakinin salt ekonomik veçheli bir ilişki olmadığını, bunun çok daha ötesinde “stratejik” bir birlikteliğin söz konusu olduğunu haykırıyor. Elbette işin bir de ABD boyutu var. Türkiye’nin bu ülkeyle olan “platonik” ilişkisi, Davos’ta gösterilen türden tavırları “arızî” ve “anlık” tepkiye dönüştürebilecek, kısa bir süre sonra da vakumlayıp yok edebilecek derinliğe sahip. Ve AKP’nin bu derinliği sorgulamaya yönelik iradesi yok.

Bu derin ilişkinin, ancak yeni ve daha adil bir dünya tasarımı ve iradesi ile hizaya getirilebileceğini söylemek elbette kehanet değil. İslam aleminin yaşadığı en çetin imtihanlardan birisini teşkil eden Gazze işgalinin böyle hayırlı bir sürecin başlamasına vesile olmak gibi bir fonksiyonu olabilir mi? Neden olmasın!

Yeter ki İslam Ümmeti üzerindeki ölü toprağını atarak iradesini ve gücünü fark etmeye başlasın; “yeni bir dünya”nın mümkün, hatta “gerekli” olduğu fikrine kafasında ve kalbinde yer açsın…

Milli Gazete – 31 Ocak 2009