Soru: Ey hocam. İsra ve mirac ile alakalı 19. yazınızı okudum. Şu cümle çok hoştu: “Mucize olan Mirac’ın akla ve tabiat olaylarına uygun bir izahı, daha doğrusu yorumu yapılsa, o zaman mucize olmaktan çıkar ve alelade bir hadise olur.” Maşaallah, teşekkür ederim. Hocam, sorum şudur ki: Selefîler miracı red ediyorlar deniyor ve fıkıh kitaplarında miracı red eden kâfirdir deniyor. Ayrıca onlar şakkul kameri de red ediyorlarmış. Şimdi bu durumda bu adamlara biz kâfir mi diyeceğiz? Ama namaz kılıyorlar. Halbu ki İmam-ı Azam, namaz kılmayan kâfir olmaz diyor. Ama İbni Abbas da namaz kılmayan kâfirdir diyor. (Metalibu aliye terc. Tevhid yay.) Olayın özü nedir hocam? Aydınlatın bu kardeşinizi.
Cevap: Öncelikle “Miraç’la ilgili 19. yazı”dan okuyucumun ne kasdettiğini tam olarak anlayamadığımı belirtmeliyim. Bununla birlikte söylenen söz doğru.
Selefîler‘in Miraç ve şakku’l-kamer (ayın ikiye yarılması) mucizelerini inkâr ettiği iddiasına gelince, bunun doğru olmadığını söylemeliyim. Ya burada “Selefîler” tabiriyle başkaları –mesela Modernistler– kast ediliyor olmalı, ya da ortada bir yanlış anlama mevcut. Zira Selefîliğin başat özelliği, Selef-i salihin‘in izinden ayrılmama hassasiyetidir. Zikredilen hususları Selef‘ten herhangi birisinin inkâr ettiğine dair benim elimde herhangi bir veri mevcut değil.
Belirtilen hususların red ve inkârına gelince, her iki mucizeyi nakleden rivayetlerin manevî tevatür seviyesinde olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi, Miraç‘la ilgili rivayetlerin “meşhur” seviyesinde olduğunu söyleyenler de vardır. Şakku’l-kamer rivayetlerinin ise mütevatir olmadıklarını söyleyen bir alim bilmiyorum.
Şu halde bu iki olayın ve bunlar gibi tevatürle nakledildiği söylenmiş olan diğer konuların detaylarını değil de aslını inkârın dalaletten öte bir tehlikesi bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
İnanılması gereken hususlardan herhangi birisini inkâr eden kimsenin iman dairesi dışına çıkacağı noktasında Ehl-i Sünnet alimleri arasında herhangi bir ihtilaf bilmiyorum. Ancak buradaki red ve inkârın, olayın aslı değil de detaylarına ait hususlar hakkında olması veya inkâr edilen hususun tevatürü hakkındaki itmi’nansızlıktan kaynaklanması ya da olayın tevilinden neş’et etmesi durumu değiştirir. Zira bu gibi durumlarda sahibinin hemen tekfir edilmesine engel gerekçeler bahis konusudur.
Sözün kısası, “tekfir” söz konusu olduğunda durumun en ince detayına kadar yakından incelenmesi, ilgili kişinin sözleri yanında kasıt ve niyetinin ne olduğunun da araştırılması gerekir. Böyle durumlarda üçüncü şahısların aktarımlarından ziyade durumun bizzat tahkiki elzemdir. Zira “küfür” ithamının isabetsiz olması durumunda sahibine dönmesi melhuzdur.
Sorunun namazla ilgili kısmını Perşembe’ye bırakalım.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 7 Ekim 2003