Çok çok önemli bir şey olmadıkça gece yarılarına kadar televizyon seyretmek gibi bir adetim olmadığı için, Çarşamba günü BAV’dan muhterem İ.Tuncer arayıp haber verene kadar, geçen haftaki Objektif programında (Star TV) Mesih ve Mehdi meselesinin işlendiğinden de haberdar değildim. Programın konuğu olan zat İslam’da Mesih/Mehdi inancı olmadığı yolunda bir şeyler söylemiş olmalı ki, İ.Tuncer kardeşim, bu hafta tekrarı yapılacak olan programa “stüdyo konuğu” olarak katılıp katılamayacağımı sordu. “Olabilir” dedim.
Perşembe günü Star TV’den arayan görevli, programa “telefon konuğu” olarak katılıp katılamayacağımı sorunca doğrusu biraz şaşırdım; ama “olabilir” demiştim bir kere. Ona da “tamam” dedim. O günü, programın başladığı saate kadar hazırlık yaparak geçirdim. Zira mesele en küçük bir ihmali bile kaldırmayacak kadar hassastı…
Program başladı. Çok geçmeden gündüz arayan görevli tekrar “teyiden” aradı. Dersini iyi çalışmış talebe edasıyla “hazırım” dedim. Ama programda önce oğul Babuna’nın babasıyla ilgili iddiaları, arkasından deprem meselesi ve R. Ecevit ile yapılan söyleşi yer aldı.
Heyecanımın giderek söndüğünü hissettim. İtikad kitaplarına girecek kadar önemli bir konunun işleneceği programda sürenin yarısı (beklide daha fazlası) böyle geçmişti.
Nihayet Mesih/Mehdi konusunun işleneceği bölüm başladı. Konukların hiç birisi konu hakkında ihtisas sahibi değildi. (Seyretmemiş olanlar için zikredeyim: Prof. Dr. Z. Beyaz, A. Altındal ve Dr. S. Arusan.) Tefsir, Kelam ve Hadis sahalarını doğrudan ilgilendiren bir mesele böyle mi işlenmeliydi?!
Dr. S. Arusan –es-Süyûtî ve el-Heytemî’nin konuyla ilgili risalelerini yayına hazırlayan kişi olarak– meselenin doğru zeminine vakıftı. Ancak öyle bir ortamda böyle önemli ve çok boyutlu bir meseleyi –bırakın konuşmayı– başlıklar halinde ifadeye bile imkân yoktu.
Argümanlar malum: Kur’an’da Mehdi’nin zuhuru ve Hz. İsa (a.s)’nın nüzulü diye birşey yoktur. İlgili hadisler uydurmadır. Bunlar İslam’a dışarıdan girmiş inançlardır. Esasen hadisler Efendimiz (s.a.v)’den ikiyüz, üçyüz yıl sonra derlenmiştir vs. vs.
Ancak stüdyoda seyrettiğimiz manzara, son derece önemli dinî/itikadî bir meselenin konuşulduğu ortamı yansıtmaktan hayli uzaktı. Karşılıklı ithamları, temelsiz iddiaları, itiraz etmiş olmak için yapılan itirazları, birbirini bastırmak için daha fazla bağıran insanların çıkardığı gürültüyü seyrettikçe kendi kendime “Böyle bir ortamda ne konuşulabilir?!” diye sormaya başladım.
Kulağım telefonda. Programa alınırsam önce Kadir Çelik’e ne kadar sürem olduğunu soracağım ve bana ayrılan sürede kimsenin konuşmamı bölmemesini, yönetici olarak buna izin vermemesini rica edeceğim.
Ama karşılıklı atışmalar uzadıkça uzuyor, iddia ve ithamlar birbirini izliyor. Bir süre daha böyle geçtikten sonra içimden “Keşke programa alınmasam; bu ortama dışarıdan da olsa bulaşmasam” diye dua etmeye başladım. Böyle bir ortamda zemin hazırlığı babından önce Müslüman’ın epistemolojisinden (bilgi kaynaklarından) bahsedeceksiniz. Ardından Kur’an-Sünnet ilişkisini açacaksınız. Müteakiben ilgili rivayetlere gireceksiniz. Bu meselenin İslam’a dışarıdan girdiği iddiasının tarihsel ve sosyo-kültürel gerçekliğini tartışacaksınız. Peşinden literatür bahsi gelecek… Böyle bir ortamda hiç mümkün mü?!
Sonunda dileğim tuttu ve benim katılımım gerçekleşmeden Kadir Çelik “haftaya devam edelim” diyerek programı kapattı.
Muhtemelen önümüzdeki hafta içi tekrar arayacaklar. Ancak o ortamı gördükten sonra –haftaya da aynı şey tekrarlanacaksa– cevabımın kesinlikle “hayır” olacağını şimdiden ilan ediyorum…
Milli Gazete – 11 Kasım 2006