Batılılaşma serüveninde geldiğimiz son aşama, İslam’ın, bizzat onu talep edenler eliyle dönüştürülmesi vakıasının yaşandığı bir garip süreç. İslam’ın Müslümanlar’dan esirgediğini (!) Batı’dan ithal düşünce kodları sayesinde keşf ettik. Bu “tartışma dışı” zeminde ayağımız yer tuttuktan sonra sıra “özgürlük”, “eşitlik”… gibi kavramlarla çatışma teşkil eden Kur’an ve Sünnet nasslarına geldi.
Bu paragrafı okuyan “İslamcı kadınsı söylem” sahiplerinin, “İslam’ın Müslümalar’dan esirgediği” ifadesi üzerinde odaklanacağında kuşku yok. “Eğer kadınıyla erkeğiyle Müslüman bireylerden esirgenen bir şeyler varsa, onu esirgeyen İslam değil, onun kaynaklarını “geleneksel” bakış açısıyla yorumlayan Ulema/Fukaha’dır” diyecekler. Bunu da “Din’in tarihsel ve evrensel okunuşu” başlığı altında dile getirilen “Batı kaynaklı” tesbitlere yaslanarak yapacaklar çaktırmadan. Bu yolun kıvrımları “İslam başka, Şeriat başkadır” ya da “Sabit Din, Dinamik Şeriat”dan geçerek “Çağdaş İslam”a kadar uzanacak tabii olarak.
Bu noktaya ulaşmada engel teşkil edebilecek muhtevadaki hadisleri “uydurma”, ayetleri de “tarihsel” kılmak suretiyle göğüslerini gere gere çağdaş dünyaya, “Bakın işte, utanacak bir şeyimiz yok” dediklerini, böylece “Din’i kurtardıklarını” düşündüklerini biliyoruz.
Bir şey daha biliyoruz: Yahudiler ve Hristiyanlar da Tevrat ve İncil’i benzer mülahaza ve yöntemlerle tahrif etmişlerdi!..
İslam’ın erkekle kadını “eşit” gördüğünü; bu durumun zaman içinde mezhepler ve Fukaha tarafından erkek-egemen toplumsal yapıya kurban edildiğini söyleyen “feminen İslamcı” yazar-çizerlerin –bilerek ya da bilmeyerek– gözden kaçırdığı belki de en önemli nokta, “eşitlik” ile “adalet”in farklı şeyler olduğu gerçeği…
Kur’an ve Sünnet’te kadınlarla ilişki bağlamında erkek zikredildiğinde güzel davranış, hakkını koruma… gibi mükellefiyetler ön plandayken, erkekle ilişkisi bağlamında kadın zikredildiğinde “itaat” başta olmak üzere iffetini ve kocasının emanetlerini koruma gibi hususlar ön plandadır.
Evet Kur’an, Mü’minler arasında “takva”dan başka bir üstünlük kriteri bulunmadığını söylüyor; ama saliha kadının “itaatkâr” kadın olduğunu vurgulayarak bir şey daha söylüyor: “Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Şu kadar ki, erkekler için kadınlar üzerinde bir derece ziyade hak vardır.”
Evet Efendimiz (s.a.v) “Muhammed’in ev halkına pek çok kadın kocasını şikâyet ediyor. O kocalar sizin hayırlılarınız değildir” ve “Sizin en hayırlılarınız kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır” buyurmuştu; ama aynı zamanda kadınlar hakkında şu uyarıda bulunmuştu: “Kadın beş vakit namazını kılıp Ramazan orucunu tutar, iffetini korur ve kocasına itaat derse, kendisine “Dilediğin kapısından cennete gir” denilir.”
Keçi sağan, kendi söküğünü diken, hamur yoğuran, ev süpüren peygamber imajı kadınsı İslamcı söylem bakımından problemsizdir; hatta bulunmaz örnektir; ama sıra “Bir kimsenin başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, üzerindeki hakkının büyüklüğü sebebiyle kadının kocasına secde etmesini emrederdim”e gelince işin rengi birden değişiveriyor. Böyle buyuran bir peygamberin ümmeti olmayı içimize sindiremediğimiz için ya “tarihsel” ya da “uydurma” diyerek işin içinden sıyrılıveriyoruz!!
Siz siz olun, ahir zamanda yaşadığımızı aklınızdan çıkarmayın…
Milli Gazete – 12 Kasım 2007