“Mevdudi, Hamidullah… gibi isimlerin mutlaka ayrı bir kategoride değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
CEVAP
“Süper bir mezhepsiz olan Mevdudi hakkında da böyle konuşmanız bizi ta can evinden yaralamıştır.”
Burada muhatabımın, “mezhepsiz” kelimesinin imajinatif gücüne dayanarak ortaya koyduğu tavır, bu kelime üzerinde önemle durulmasını gerekli kılıyor. Bu nitelemenin kimler hakkında kullanıldığına baktığımızda önümüze iki grup çıkıyor:
- Bir kurum olarak “mezheb”i tanımayanlar. Bu grupta yer alanların genel ve ortak tavrı, mezhebi Kur’an ve Sünnet’e rağmen ortaya çıkmış tefrika unsuru bir kurum olarak görmektir. Bu grup, mezhep müntesiplerini “bid’atçi” olarak görenlerden, “müşrik” diye niteleyenlere kadar geniş bir yelpaze oluşturur.
- Bir kurum olarak mezhebe karşı olmamak, mezhep imamlarına gerekli ihtiramı göstermek ve mezhebe tabi olmayı hiçbir olumsuz sıfatla nitelememekle birlikte, birtakım (veya “bütün”) fıkhî meselelerde içtihad iddiasında olanlar.
İmdi, eğer Mevdudi yukarıdaki iki ana gruptan ilkine dahil görülüyorsa, bu kanaat ikna edici (spekülatif olmayan) delillerle ortaya konmalıdır. Ben onun –bırakalım birincileri– ikinci grupta bile görülemeyeceğine dair buraya birçok ifadesini aktarma imkânına sahip olmakla birlikte, bu yazıyı, bunu ispatlamak için uzun alıntılara boğmak istemiyorum. Mevdudi’nin kitaplarını, özellikle Fetvalar‘ını insaflı bir gözle tetkik edenler, onun kendisini fetva vermeye bile ehil görmediğini tasrih ettiğini bilirler.[1]Mesela bkz. Fetvalar, I, 257. Bununla birlikte, diyelim ki o, kendisini içtihad makamında görmektedir.
Avam tabakasından olan veya içtihad ehliyetine sahip bulunmayan bir kimsenin, herhangi bir müçtehidi taklitten sarf-ı nazar ederek doğrudan nasslardan hüküm çıkarmaya kalkışmasının doğurduğu bir durum olan mezhepsizlik, çoğunlukla mezhepleri beğenmeme/reddetme tavrıyla kardeştir. Buna mukabil bir kimse kendisini bir veya birkaç meselede içtihad edebilecek donanım ve seviyede görüyorsa, o meselelerde kendi içtihadıyla amel; diğer meselelerde ise herhangi bir mezhebi taklid eder. Mevdudi’nin durumu en fazla böyle görülebilir. Mesela o, namazlarını Hanefî mezhebine göre kılan birisi olarak (bkz. Fetvalar, II, 87) başka meselelerde güçlü bulduğu delille amel ettiğini söylemektedir. Bununla birlikte, bir mezhebe bağlı olanlara veya bizzat mezheplere karşı hiçbir zaman itham edici bir tavır takınmamıştır. Burada açıklığa kavuşturulması gereken husus, ona yöneltilen “mezhepsizlik” ithamının, araştırma sonucu ulaştığı neticelerde doğruya isabet edip etmediği noktasına mı, yoksa bizzat kendi araştırmalarına itimat etmesine mi yönelik olduğudur.
Mevdudi’nin, bir yandan mezhebi şirk sayan “Ehl-i Hadis” tarafından “insanları Hanefîleştirmeye çalışmak”la suçlanırken, diğer yandan da mezhep müntesibi bazı ulema tarafından eleştirilmesine yol açan duruşu hakkında söylenmesi gereken çok şey var. Ama gördüğünüz gibi bu köşenin sınırları şimdilik bu kadarına izin veriyor.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 30 Ocak 2003
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Mesela bkz. Fetvalar, I, 257. |
---|