Katolik Kilisesi’nin Hristiyanlık üzerindeki tekelini kırmaya dönük Protestan söylemin en temel unsuru, “İncil’i herkesin kendi dilinde okuması” idi. Burada bunun Hristiyanlık’ta ne tür bir dönüşüme yol açtığı sorusunun cevabıyla iştigal etmeyeceğim. Bu mesele, ayrıca müstakil olarak ele alınmayı hak edecek önemde. Ama burada bizim için daha önemli bir mesele var: Protestanlığın muharref İncil’i bireysel yorumların nesnesi haline getiren tutumundan bahis açıldığında, birileri, herkesin Kur’an’ı kendi dilindeki mealinden okumasının sakıncalarına işaret edilmesini, Katolikliğin Protestanlığa tepkisiyle ilişkilendiriyor. Oysa ortada ne Katolikliğin “yorum tekli”ni elinde bulunduran resmî kurumsal yapısıyla, ne de onun toplumsal, ekonomik ve siyasî uzanımlarıyla irtibat kurulmasını haklı çıkaracak bir durum var…
Şu sorunun cevabı önemli: “Meal niçin okunmalıdır?”
Buna “Allah Teala’nın bizden ne istediğini öğrenmek için” tarzındaki bildik cevapla mukabele etmenin, ayrı bir soruyu icbar etmekten başka bir faydası yok: Meal okuyarak öğrendiğimiz gerçekten de Allah Teala’nın muradı mıdır? Ya da Allah Teala’nın muradını öğrenmenin doğru yöntemi meal okumak mıdır?
Sanıyorum herkes şu noktada ittifak halinde: Bütün İslamî ilimler Kur’an’a dayanır. (Sünnet de temelini Kur’an’dan aldığı için bu cümlenin “Bütün İslamî ilimler Kur’an ve Sünnet’e dayanır”dan farkı yok.) Bu şu demektir: Bütün İslamî ilimler Kur’an’ı Allah Teala’nın muradına uygun tarzda anlama çabasının ürünüdür. Bu da demektir ki, Kur’an’ı Allah Teala’nın muradına uygun tarzda anlama çabasıyla İslamî ilimler arasında kopmaz bir ilişki vardır. Medrese müfredatında niçin “Kur’an dersi” diye bir dersin olmadığını soranlar, Kur’an bağlamında hakkı verilmiş bir anlama çabasının en azından sağlam bir Ulûmu’l-Kur’an birikimiyle mümkün olduğu vakıasını atladıkları için meseleye şaşı bakıyor.
“Ulûmu’l-Kur’an niçin gereklidir?” sorusu, ancak, “Kur’an neden bahseder” noktasında bulunanların, yani meraklarını gidermek için meal okuyanların soracakları bir sorudur. Ve itiraf edelim ki, modern zamanlara mahsus işbu “meal okuma furyası”nın en masum pratiklerinin, insanları bundan daha ileri bir noktaya taşıdığını söylemek mümkün değil!
Doğrusu, İslamî hassasiyetimizi, takvamızı ve teslimiyetimizi artıracak ve bizi müstakim bir itikadî çizgide tutacak olan ne ise onu yapmaktır. Meal okumanın bu noktada hiç katkı sağlamayacağını iddia ediyor değilim. Demek istediğim şu: 1) Sadece ve münhasıran meal okuyarak bu hedefe ulaşmak mümkün değildir. Çünkü İslam, herhangi bir meal yazarının Kur’an’dan anladığı şeye indirgenemez. 2) Meal okuyan kimse bunu, “din tasavvuru” inşa etmek için yapmamalı, okuduğu metnin, bütün İslamî ilimlere kaynaklık eden ilahî kelamın, “meal” imkânlarıyla çerçevelenmiş boyutu olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır.
Şu noktayı asla aklınızdan çıkarmayın: Hiçbir bid’at ehli kendisini “bid’atçi” olarak ifade etmez, etmemiştir. Kendilerini Kur’an’a dayandırmış olsalar da geçmişte bid’at ehli, ulemanın gayretleri sayesinde bid’at ehli olarak tanınır, anılır ve kendilerinden uzak durulurdu. Bugünse bid’at ehline artık bid’at ehli denmiyor. Onların tamamı aramızda yaşıyor ve “Kur’an’a gelin” çağrısı yapıyor; daha doğrusu bid’atlerini bu çağrıyla kamufle diyor. Kur’an’ın “hatalar ihtiva eden beşer mahsulü bir kelam” olduğunu söyleyenler de, “Kur’an gelmese de olurdu” dedirtecek şekilde Yahudi ve Hristiyanlar’ın ahirette kurtuluşa ereceğini söyleyenler de hep Kur’an metninden hareket ediyor!!
Milli Gazete – 3 Mayıs 2008