Hazırlıkları son aşamaya gelen Web sayfasıyla ilgili yazımda M. Zâhid el-Kevserî merhumun Makâlât‘ının yeni baskısının yapıldığını ve bu baskıda, diğerlerinde bulunmayan birkaç makalenin de mevcut olduğumu –aldığım bir duyuma istinaden– söylemiştim.
Bahse konu “yeni baskı” elime geçti. Heyecanla incelemeye koyuldum. Ancak birkaç küçük katkı dışında değişiklik göremedim. Eski baskılarda yer almayan makaleler görme beklentim de ne yazık ki hüsranla sonuçlandı. “Yeni” diye eklenen bir tek makale vardı; o da Mukaddimât‘da (127 vd.) yer alan ve Abdullah b. Muhammed b. es-Sıddîk el-Ğumârî’nin İkâmetu’l-Burhân‘ına yazılmış bulunan takdim yazısı idi. Böylece Makâlât‘da yer almayan makalelere muttali olma emelim bir kere daha suya düştü…
Bu vesileyle beni hep rahatsız etmiş olan bir meseleye değineceğim. el-Kevserî merhumun Makâlât’ın yeni baskısına derc edilen mezkûr takdim yazısının başında el-Ğumârî’nin şu ifadeleri yer alıyor: “Üstad el-Kevserî ile aramızda –bazı hasetçiler bozmaya çalışsa da– sağlam bir irtibat vardı. Beni çok takdir ederdi. Hatta vefatından bir yıl önce kendisinden icazet istediğimde, o da benden icazet istemişti. Bazı kimselerin kendisine sorduğu kimi hadisleri o da bana sorardı. İrtibatımız vefatına kadar bu şekilde devam etti. Allah rahmet eylesin, kendisini mükâfatlandırsın ve kendisinden razı olsun.”
Muhtemelen İkâmetu’l-Burhân‘ın (bu eser bende mevcut olmadığı için “muhtemelen” diyorum) başında yer almış olan bu ifadeler, el-Kevserî ile el-Ğumârî arasındaki ilişkinin mahiyetini açık bir şekilde anlatıyor. Ali b. Muhammed b. Nâsır’ın Risâle fi’z-Zebb ani’l-Ebi’l-Hasan el-Eş’arî‘ye yazdığı bir ta’likte (126) el-Ğumârî’nin Bida’u’t-Tefâsîr‘inden (179) naklettiği ifadeler de benzeri bir tarzla başlıyor. Ancak ilerleyen satırları okuduğunuzda önce şaşırıyorsunuz, sonra kanınız donuyor. Güya el-Kevserî merhum, hafız İbn Hacer’i, ancak sokak serserilerinde rastlanan bir bayağılıkla itham etmiş. Hatta İmam Ebû Hanîfe’nin mezhebiyle örtüşmeyen bir hadis rivayet ettiği için Enes b. Mâlik (r.a)’e hakaret etmiş. Daha da ötesi, İmam Ebû Hanîfe’yi müjdeleyen uydurma bir hadisin tashihine çabalamış…
el-Kevserî gibi, kendisine yönelik en ağır ithamlara ve en çirkin hakaretlere bile kendine has nezahetle mukabelede bulunan birisinin böyle bir seviyeye ineceğine ihtimal verilebilir mi? Böyle bir seviyeye inebilen birisine “Allah rahmet eylesin, kendisini mükâfatlandırsın ve kendisinden razı olsun” denir mi?
Yaklaşık 20 senedir kendi yazdıkları dışında –elde edebildiğim kadarıyla– lehinde ve aleyhinde yazılanları da döne döne okurum; gördüğüm şu: el-Kevserî merhumu “taassup”la itham edenlerin asıl kendileri koyu bir taassubun pençesinde kıvranan kimseler…
Milli Gazete – 4 Eylül 2003