“Levlâke” Rivayeti ve “Nur-u Muhammedî” Meselesi-3

Ebubekir Sifil"Levlâke" Rivayeti ve "Nur-u Muhammedî", [dosya], 2013, Gazete Yazıları, Ocak 2013

Hz. Âdem (A.S.) “ruh ile beden arasında”yken, yani yaratılış süreci tamamlanmamışken Efendimiz (S.A.V.)’in peygamber olması ne demektir? O süreçte Efendimiz (S.A.V.)’in ne ruhu ne bedeni varlık âlemine çıkarılmıştır! Böyleyken “nübüvvet” vasfının mahalli neresidir?

Konuyla ilgili olarak İmam es-Sübkî’den alıntıya revam ediyoruz:

“(…) Dolayısıyla bunun (Efendimiz (S.A.V.)’in nübüvvetinin, E.S.) kaçınılmaz olarak o vakit mana olarak sabit bulunmuş olması gerekir. Bundan maksat Efendimiz (S.A.V.)’in nübüvvetinin ilm-i ilahîde “ileride olacak” bir husus olarak bilinmesi olsaydı, Hz. Âdem (A.S.) ruh ile beden arasındayken O’nun nebi olmasının herhangi bir hususiyeti olmazdı. Çünkü Allah Teala o vakit de daha önce de (sadece O’nun değil, E.S.) bütün peygamberlerin peygamber olacağını bilmekteydi. Bu itibarla, burada Efendimiz (S.A.V.)’e mahsus bir durum bulunduğunu kaçınılmaz olarak söylemek durumundayız. Efendimiz (S.A.V.), ümmetine, kendisinin Allah Teala katındaki yüce mevkiini bildirmek için ve böylece ümmeti için bir hayır hâsıl olsun diye bu durumu böylece haber vermiştir.

Eğer, burada Efendimiz (S.A.V.)’in kadrinin nasıl olup da (diğer peygamberler için söz konusu olmayan) bir şekilde yüce olduğunu anlamak istiyorum. Zira ‘nübüvvet’ bir vasıftır ve bu vasıfla muttasıf olan kişinin (Efendimiz (S.A.V.)’in, E.S) fiilen mevcut olması ve 40 yaşına ulaşmış olması gerekir. Bu durumda nasıl oluyor da O, var edilmeden ve risaletle görevlendirilmeden önce ‘peygamberlik’le tevsif ediliyor? Eğer bu durumda O’nun ‘peygamber’ olarak tavsif edilmesi doğruysa, aynı durum diğer peygamberler için de geçerli olur, denecek olursa şöyle derim:

Allah Teala’nın ruhları bedenlerden önce yarattığı bize bildirilmiştir.  Efendimiz (S.A.V.)’in ‘… nebi idim’ sözü, ruh-u şerifine ve ‘hakikat’ine işaret olabilir. Bizim aklımız ‘hakikat’leri tanımaktan acizdir; onları ancak Yaratıcı ve bir de O’nun ilahî bir nurla desteklediği kimseler bilir. Öte yandan Allah Teala o hakikatlerden dilediği her bir hakikati dilediği zaman (dilediği kimseye) verir. Efendimiz (S.A.V.)’in hakikatine Allah Teala, Hz. Âdem (A.S.)’ı yaratmadan önce o vasfı vermiş olabilir. Şöyle ki: O’nun hakikatini, O’nun nübüvvetine elverişli/hazır şekilde yaratmış ve bu vasfı o hakikate nüfuz ettirmiştir (ifâda). Efendimiz (S.A.V.) bu şekilde nebi olmuş ve ismi Arş’a yazılmıştır. Allah Teala O’nun, yüce katındaki değerini kendilerine bildirmek için meleklerine ve başkalarına O’nun risaletini haber vermiştir. Şu halde her ne kadar İnübüvvet’le muttasıf mübarek bedeni daha sonra var edilmiş ise de, Efendimiz (S.A.V.)’in hakikati o vakit mevcut idi. O’nun hakikatinin, ilahî hazretten kendisine bahşedilen o yüce vasıflara sahip olması, o vakit hâsıl olmuş bir durumdu. Peygamber olarak gönderilişi ve tebliğ, O’nun mübarek bedeninin –ki tebliğ vazifesi bedeninin var edilişiyle hâsıl olacaktır– tekâmülünün tamamlanması için geriye bırakılmıştır. O’na Allah Teala cihetinden bahşedilen ve mübarek zatının ve hakikatinin (nübüvvete) elverişli/hazır olması cihetinden sahip olduğu özelliklerin tamamı önceden verilmiştir; bunlarda daha sonraya bırakılan herhangi bir husus yoktur. Aynı şekilde O’nun ‘nübüvvet’ vasfına hazır olması, kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verilmesi de böyledir. Sonraya bırakılansa O’nun tekevvünü ve dünyaya gelene kadar (atalarının sulbünde nesilden nesile) nakledilişidir…

Allah Teala bu yüce mevkii, O’na, hiç şüphesiz O’nu var ettikten sonra da dilediği gibi verebilirdi. Şüphe yok ki Allah Teala, olan her şeyi ezelde bilmektedir. Bizler O’nun bu ilmini, aklî ve şer’î deliller vasıtasıyla biliyoruz. İnsanlar bu ilmin konusu olan şey zuhur ettiğinde, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in nübüvvetini, Cibril (A.S.) kendisine ilk vahyi getirdiği zaman kendilerine ulaşan bilgi vasıtasıyla bildiler. Bu, Allah Teala’nın malumatı cümlesinden olarak, kendisiyle muttasıf bir mahalde kudretinin, iradesinin ve ihtiyarının eserlerinden biri olarak işlediği fiillerden bir fiildir.”

Devam edecek.

Rivayet tefsirlerinde, 7/el-A’râf, 172 ayetinin tefsiri sadedinde bu konudaki rivayetleri topluca görmek mümkündür. Ruhların bedenlerden 2 bin sene önce yaratıldığını ifade eden hadis çok zayıftır. İbn Abbâs (ra.)’dan nakledilen ve ruhların bedenlerden 4 binsene önce yaratıldığını anlatan rivayet ise batıl/asılsızdır. Bkz. İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-Hadîsiyye,  116.  İbnu’l-Kayyım Kitâbu’r-Rûh’ta  (210 vd.) ruhların bedenlerden sonra yaratıldığı görüşünü savunmuşsa da, el-Aclûnî Keşfu’l-Hafâ’da, “el-Ervâh cunûdun mücennede…” rivayeti üzerinde dururken ruhların bedenlerden önce yaratıldığı görüşünün tercihe şayan olduğunu söylemiş, hatta İbn Hazm’ın, bu konuda icma bulunduğunu söylediğini nakletmiştir. İbn Hazm’ın buradaki “icma”yla, “ekseriyetin ittifakı”nı kasdettiğini söylemenin isabetli olacağı açıktır. Zira konu hakkında ihtilaf bulunduğu malumdur.

Milli Gazete – 24 Ocak 2013