Bir önceki yazıda Ali el-Karî’nin, “Hakikat-i Muhammediyye” konusunda İmam es-Sübkî’den yaptığı alıntıyı görmüştük. Ali el-Karî, o alıntının ardından el-Kastallânî’den iktibas ettiği ifadelerle konuyu anlatmaya devam ediyordu. Söz konusu iktibasa devam edeceğim. Ama önce İmam Takiyüddîn es-Sübkî’den yaptığı alıntı üzerinde bir miktar durmak istiyorum.
el-Karî’nin alıntıladığı ifadeler, İmam es-Sübkî’nin Fetâvâ’sında geçiyor. Ancak el-Karî’nin, alıntıyı harfi harfine değil, bazı tasarruflarla ve muhtasar olarak aktardığı anlaşılıyor. İmam es-Sübkî’nin konuyla ilgili tespitleri son derece önemli olduğu için olduğu gibi aktarmakta büyük fayda var.
İmam es-Sübkî, konu hakkında söylediklerini, “Hem Allah vaktiyle Peygamberlerin şöyle misakını almıştır: ‘Celalim hakkı için size kitap ve hikmetten her ne verdimse, sonra size beraberinizdekini tasdik eden bir Resul geldiğinde ona mutlaka iman edeceksiniz ve kesinlikle ona yardımda bulunacaksınız, buna ikrar verdiniz mi ve bunun üzerine ağır ahdimi boynunuza aldınız mı?’ buyurdu. ‘Ikrar verdik’ dediler, ‘Öyle ise, buyurdu, şahit olun ben de sizinle beraber şahitlerdenim” mealindeki ayet üzerine bina etmektedir.
Tefsirlerin hemen tamamında bu ayette kastedilen “Resul”ün Efendimiz (S.A.V.) olduğunun zikredildiğini görüyoruz. Gerçekten de ayette, Peygamberler tarihinden bildiğimin, okuduğumuz durumun tam tersini gösteren bu muhteva var. Normalde her peygamber (nebi), kendisinden önce gönderilmiş peygamberin (resulün) getirdiği kitap ve şeriatı ihya/tecdid ile ona tabi olurken, bu ayette önce gelen peygamberden, kendisinden sonra gelecek peygambere ittiba ve yardım etmesi emredilmektedir. Kendisinden bu ahdin alındığı peygamberler arasında Hz. Âdem (A.S.)’ın da bulunduğu bedihîdir. Dolayısıyla O’nun da Efendimiz (S.A.V.)’e tebeiyeti bahis konusu olmaktadır.
Bu hususu akılda tutarak İmam es-Sübkî’nin söylediklerine geçelim:
“Burada Hz. Peygamber (S.A.V.)’in derecesini yükseltme ve kadrini yüceltme bulunduğu açıktır. Bunun yanında, söz konusu ayet şunu anlatmaktadır: O, öbür peygamberlerin zamanında geldiği takdirde, onlara da gönderilmiş olacaktır. Bu suretle O’nun nübüvvet ve risaleti, Hz. Âdem (A.S.)’den kıyamet gününe kadar gelecek bütün mahlûkata şamil olacak, bütün peygamberler ve ümmetleri de O’nun ümmeti olacaktır. Bu durumda Efendimiz (S.A.V.)’in, ‘Ben bütün insanlara gönderildim’ sözü sadece kendi zamanından başlayarak kıyamete kadar gelecek olanlara yönelik değildir; bilakis onlardan öncesine de şamildir.”
Böylece, “Âdem (yaratılış sürecinde) ruh ile beden arasındayken ben peygamberdim” hadisinin anlamı da tebeyyün etmiş olmaktadır. Bu hadisi, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in, peygamber olacağının Allah Teala’nın ilminde mevcut bulunmasıyla açıklayanlar bu noktaya vakıf olamayanlardır. Çünkü Allah Teala’nın ilmi bütün eşyayı kuşatmıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in o vakit peygamber olmakla tavsif edilmesi, o vaktin O’nun peygamberliğini sabit olmasını gerektirir. Bu sebeple Hz. Âdem (A.S.), O’nun adını Arş’ta “Muhammedun Resûlullâh” şeklinde görmüştür.
Not: Bir önceki yazıda el-Kastallânî’den alıntılanan naklin senedinde geçen Sehl b. Sâlih isimli ravinin nisbesini “el-Hindânî” olarak vermişim. Doğrusu “el-Hemedânî” olacak.
Devam edecek.
Milli Gazete – 19 Ocak 2013