“Delil”, bizi hedefe götüren rehberdir ve değerini “medlul”den, yani bizi götürdüğü hedeften alır. Bu itibarla biz, delile, medlulüyle mütenasip değer atfederiz. Mushafı öpüp başımızın üstüne koymamız, Allah Teala’nın kelamına delalet etmesindendir. Tefsir, Hadis, Fıkıh… kitaplarına saygı göstermemiz, ahkâm-ı ilahiyeyi tafsil etmeleri, yüce dinimizi murad-ı ilahiye uygun yaşamamızı mümkün kılmaları dolayısıyladır. Efendimiz (s.a.v)’in adı anıldığında “salat-u selam” getirmemizin, sahabe isimlerinin arkasından “Allah on(lar)dan razı olsun” anlamında “radıyallahu anhu(m)” demeyi ihmal etmememizin, ulemaya, sülehaya hürmette kusur etmemeye dikkat göstermemizin sebebi de bundan başkası değildir…
Modern zamanlarda ortaya çıkan bir problem:
Acaba “Kelam-ı Kadim”e delalet eden “Mushaf-ı Şerif”e gösterilmesi gereken hürmeti kaybettiğimiz için mi “ahkâm-ı ilahiye”yi hafife alır olduk, yoksa “ahkâm-ı ilahiye”yi hafife aldığımız için mi Kur’an-ı Kerim’e saygı gösterme meselesini kulak arkası eder olduk?
Doğrusu üzerinde düşünmeye değer bir husus. Bana sorarsanız soruda yer alan şıklardan birini diğerine mutlak anlamda tercih etmek mümkün olmamakla birlikte, süreci dikkate aldığımızda ikinci şık üzerinde yoğunlaşmak bizi “işlevsel” cevaba götürebilir.
Şöyle: Birbiri ardından piyasaya sürülen meal çalışmaları dindarlığımızı mı, malumatfuruşluğumuzu mu artırıyor? Bu, sözü getirmek istediğim nokta dolayısıyla doğru bir soru. Zira dindarlık ile malumatfuruşluk arasında ters orantı vardır. Dindarlığı (takvası) artan insan “ahkâm kesme”nin, hatta “hüküm verme”nin ne büyük bir yükü sırtlanmak anlamına geldiğinin farkındadır. Takva, bir yönüyle budur.
Buna mukabil malumatfuruşluğun, yani “ukalalığın” artması, dindarlaşmanın (takvanın) önündeki en büyük engellerden biridir. Neylersiniz ki birileri bize durmadan, malumatfuruşlukta mesafe almamız gerektiğini telkin edip duruyor…
Halkı Allah Kelamı’yla buluşturmak amacıyla hazırlanmış bir meal çalışmasının kapağında “insan kullanım kılavuzu” gibi bir ifade gördüğümüzde ne düşünmeli, nasıl bir tepki göstermeliyiz?
Ya da Kur’an’ın en temel kavramlarından “takva”nın “toplam kalite yönetimi” olarak ifade edildiği bir “tefsir”in bizi “murad-ı ilahi” ile buluşturduğundan nasıl emin olacağız?
Kelam-ı Kadim’e reva görülen bu muamele karşısında sessiz kalmak, tahrifi onaylamaktır. Mushaf-ı Şerif’e gösterilecek en küçük bir saygısızlığa tepki gösteririz de, anlamın tahrifi konusundaki bu pervasızlık ruhumuzu kararttığı halde sesimiz çıkmaz. Bu ne yaman çelişkidir?
Bu manzaranın nasıl bir değişim sürecinin sonucu oluştuğu kadar, bizi götüreceği noktanın neresi olduğu sorusu da önemlidir. Şurası kesin: Kelam-ı ilahinin bu denli kolay tahrif edilebildiği zemin “ürküntü verici”dir. Böyle bir ortamı “içine sindirerek” yaşamak ise zilletin ta kendisi.
Milli Gazete – 3 Şubat 2007