Kur’an’ın tarihselliğini savunanların, iddialarını, “Kur’an’da şu konu şöyle yer almış; öyleyse Kur’an tarihsel olmalıdır” mantığına dayandırması son derece anlamlıdır. Onlar da gayet iyi biliyor ki, tarihsellik davasına doğrudan, açık ve kesin biçimde delalet eden bir Kur’an nassı yoktur. Olmayınca ne yapıyorlar? Atı arabanın arkasına koşuyorlar!
Bu davanın “butlanı”, önce tesbiti yapıp/kararı verip, ardından bu tesbite/karara delil tedarikine bakmak şeklinde kendini gösteren hareket tarzından belli. Daha evvel Tevrat ve İncil metinlerinin tarihselliği konusunda modernist Yahudi ve Hristiyan araştırmacılar tarafından yapılmış yığınla çalışma bu konuda onlara istemedikleri kadar argüman sağlıyor. Onlara düşen sadece, Tevrat ve İncil bağlamında yapılmış söz konusu çalışmaları Kur’an bağlamına uyarlamak! Eh, bu kadarını da yapıversinler değil mi!..
Aklı başında hiçbir tarihselci, tarihselciliğin kaynağının Müslümanlar olduğunu söylemez, söyleyemez. Bir yahudi için Tevrat metninin ve bir Hristiyan için İncil metninin tarihselliğinden bahsetmek kadar tabii bir şey olamaz. Zira bu metinlerin tarihin belli dönemlerinde insan eliyle oluşturulduğu, ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç duymayacak kadar açık ve bizzat Yahudi ve Hristiyanlar tarafından da teslim edilen bir hakikat.
Peki ya Kur’an?
“Nüzul döneminin özelliklerinin dikkate alındığını gördüğümüz ayetler veya mucize muhtevalı kıssalar ihtiva ediyor” gibi bir gerekçeyle Kur’an’ın “tarihsel” bir metin olduğunu söylemek ne kadar doğru olur? Ya Kur’an’da “gerçekliği olmayan abartılı anlatımlar” bulunduğunu söylemenin imanla bağdaşır yanı var mıdır?
Problem şurada: Bu beyler Kur’an’a inanç/iman meselesi olarak değil, “bilim” meselesi olarak yaklaşma iddiasındalar. Acaba buradaki “bilimselliğin” kriterini kim koyuyor? Burada ne kadar “objektif” olunabilir?
Ya da tarihselcilere diyeceğiz ki: “Siz dininizi Allaha mı öğretiyorsunuz? Halbuki Allah, göklerde ne var, yerde ne varsa bilir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[2]49/el-Hucurât, 16.
4 Mart 2015 – Vahdet Gazetesi