Kime Ne Ceza Verelim?

Ebubekir Sifil2002, Gazete Yazıları, Hadis İlmi, Konularına Göre, Şubat 2002, Usul, Usul

Hadis ravilerinin ahvali ile ilgilenen “Cerh-Ta’dil” sahasında yazılmış kitaplar, içindeki görüşler aynen kabul edildiği takdirde neredeyse güvenebileceğimiz bir hadis alimi ve ravisi bırakmayacak ölçüde marjinal tutumlarla doludur.

Başta İmam el-Buhârî olmak üzere pek çok büyük Hadis alimi, bilahare İmam el-Mâturîdî’nin adıyla anılan ekol tarafından temsil edilen çizgiyi benimsedikleri için pek çok Ehl-i Sünnet alimi cerhetmiştir. Gerekçe: amelin imandan bir cüz olmadığını söylemeleri!

Bazı kardeşlerimize göre burada birilerini asmamız kaçılınmaz da, İmam el-Buhârî’yi mi, yoksa cerhettiği alimleri mi asalım, ona karar vermemiz gerekiyor!

Yine İmam-ı A’zam ve diğer birçok Hanefî imam hakkında “Târîhu Bağdâd”da pek ağır ifadeler kullanmış olan el-Hatîbu’l-Bağdâdî’yi, dara çekip, kıymetli eserlerinden istifadeden kendimizi mahrum edelim mi?

Bu aşırı tutum o derece ilerlemiştir ki, Ehl-i Hadis diye anılan alimler bile ­–mesela Mu’tezile’nin gündeme soktuğu “Halku’l-Kur’an” meselesi (“Kur’an mahluk mudur, değil midir” tartışması) sebebiyle­– birbirlerini cerhetmekten geri durmamıştır. Bugün elimizdeki en kıdemli cerh-ta’dil kitaplarından birisi olan ­“Kitâbu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl”in yazarı İbn Ebî Hâtim, babası Ebû Hâtim ve ­–onun çağdaşı ve arkadaşı­– Ebû Zür’a’nın, “Benim Kur’an ayetlerini telaffuzum mahluktur” dediği için İmam el-Buhârî’den hadis almayı terkettiklerini söyler. (“Kitâbu’l-Cerh ve’t-Ta’dîl”, VII, 191) Oysa İmam el-Buhârî bu meselede hakikatin tam merkezinde bulunmaktadır.

Şimdi Ebû Zür’a ve Ebû Hâtim’i mi, yoksa el-Buhârî’yi ve bu meselede onunla aynı görüşü paylaşan Hanefî-Mâturîdîler’i mi asalım?

Yine adı geçen Ebû Zür’a er-Râzî’yi, Tasavvuf yolunun önderlerinden el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî’yi cerhederek, kitapları hakkında “Bunlar bid’at ve dalalet kitaplarıdır” dediği için ve İmam Ahmed b. Hanbel’i, yanındakileri el-Muhasibî’nin meclisinde oturmaktan sakındırdığı için hangi cezaya çarptıralım?

Ya da Mevlânâ Celaleddin-i Rumî’nin “Mesnevî”sinde dinî hükümlere ve Sünnet’e aykırı pek çok şey bulunduğunu ve onun yüzünden pek çok insanın yoldan çıktığını söyleyen Hanefî mezhebinin büyük Fıkıh ve Hadis alimi Bedruddîn el-Aynî’nin, (Bkz. “İkdu’l-Cümân”, II, 128-9) veya bazı eserlerinde, Sufiyye’ye mensup olduğu söylenen birtakım kimseler hakkında sert ifadeler kullandığı için Zehebî’nin kitaplarını yasaklayalım mı?

 “Kitâbu’t-Tevhîd” adlı eserinde Allah Teala’ya, cisimlere mahsus özellikler atfettiği için “İmâmu’l-Eimme” İbn Huzeyme’yi, “istiva” kelimesinin “yüksek/yüce bir yerde yerleşmek, mekân tutmak” anlamında olduğunu söylediği için İbn Abdilberr’i (bkz. “et-Temhîd, VII, 130 vd.) ve “Kitâbu’l-Uluvv” adlı eserinde aynı tarzda davrandığı için ez-Zehebî’yi nereye sürelim?..

Burada zikrettiğim “asılacak adam”lar, benzerleri içinde sadece birer örnek. Kendimizi onların eserlerinden mahrum etmekle ne “kazanacağımız” ve onlardan, yanlışlarını ayıklayarak istifade etmekle ne “kaybedeceğimiz” sorusu, adalet, insaf, akıl ve iz’an sahibi kimseler için kelimenin tam anlamıyla “abes” bir sorudur.

Tam bu noktada –daha önce gerek bu köşede, gerek başka çalışmalarımda– isimlerinden ve görüşlerinden ünlem işaretiyle bahsettiğim İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım’ı bahse konu edecektim, ancak gördüğünüz gibi bana ayrılan yer buna bugünlük müsaade etmiyor. Galiba bu yazı da “seri”ye dönüşerek devam etmek durumunda…

Şubat 2002 – Milli Gazete