13 Mayıs tarihli yazıma “Bu köşede ismini belki de en çok okuduğunuz alim Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumdur” diyerek başlamış ve el-Kevserî’yi okumadan Şah Veliyullah ed-Dihlevî’yi tam anlamıyla tanıyamayacağımızı söylemiştim.
Şüphesiz bu tesbit sadece ed-Dihlevî ile sınırlı değil. el-Kevserî’yi okumadan İbn Cerîr et-Taberî’yi, Ebû Ca’fer et-Tahâvî’yi, el-Hatîbu’l-Bağdâdî’yi, Fahruddîn er-Râzî’yi, İmâmu’l-Haremeyn el-Cüveynî’yi, İmam el-Gazzâlî’yi, İbn Teymiyye’yi, İbnu’l-Kayyım’ı, Şihâbuddîn el-Mercânî’yi, eş-Şevkânî’yi, Abdülhayy el-Leknevî’yi, Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî’yi, Şebbîr Ahmed el-Osmânî’yi, Zafer Ahmed et-Tehânevî (Tanvî)’yi, Mustafa Sabri Efendi’yi, Selâme el-Kudâ’î’yi, Muhammed Bahît el-Mutî’î’yi… gerçek anlamda tanıdığını kim söyleyebilir?
Bu isimlerden Mustafa Sabri Efendi merhumu hariç tutarsak, hiç birisinin Osmanlı alimi olmadığını söylemeye gerek yok. Hatta bir kısmının bazı okuyuculara yabancı gelebileceğini tahmin etmek zor değil. Ancak bu isimleri tanımadan, görüş ve yaklaşımlarını sağlıklı tahlillere tabi tutmadan bugünde dünün izini sürmek, geleceği geçmişe bağlamak ve istikamet üzere sabit-kadem yürümek mümkün değil.
el-Kevserî merhum, nasıl hayatının yarısından fazlasını geçirdiği Mısır’da –sadece Mısır’a değil, bütün İslam Dünyası’na– Osmanlı ulemasını tanıtmışsa, bize de Osmanlı coğrafyası dışından Hindistan’dan, Kazan’dan, Mısır’dan… son derece önemli kesitler sunmuştur.
Osmanlı ilim geleneğinin oluşturduğu altyapı üzerine Osmanlı coğrafyası dışındaki Müslüman dünyanın ilmî birikimini ekleyen, Kelamcı ve Fakih kişiliğini Hadis ilimlerindeki otoritesiyle perçinleyen, matbu eserlere olan vukufiyeti yanında yazmalar konusunda da başvuru mercii konumunu hakkıyla ihraz etmiş bulunan el-Kevserî merhumun katkısı alınmadan bugün yaşadığımız birçok ilmî/fikrî problemin üstesinden gelmemiz mümkün değil!
Günlerce süren açlığını yazma eserler kütüphanesinde unutacak kadar ilim aşığı, tam anlamıyla “ismiyle müsemma” bir “zahid”, Osmanlı bakiyesi bir ilim adamı… Evi bütün dünyadan ilim ve fikir adamlarının buluşma yeri, bir “sivil akademi”, desteklediği fikri ihya eden, tenkit ettiklerini çıldırtan, dost-düşman herkesin ilmî vukufiyetini itirafa mecbur kaldığı, modernleşme projelerinin İslam Dünyası’nda yol açtığı travmaları her seviyede yaşamış, tam anlamıyla “çağının tanığı” bir “allame!”
Geriye bıraktığı eserlerden irili-ufaklı 20’den fazlası basılmış durumda. Kalanlarsa –ki aralarında kendisinin de büyük önem verdikleri var– ne yazık ki yazma halinde duruyor ve çoğu da kayıp! Sadece onlar mı, talebeleri de yavaş yavaş aramızdan ayrılıyor. Son tanıklardan bir Emin Saraç hocaefendi var ülkemizde. Allah sağlık ve afiyet üzere hayırlı ömürler ihsan etsin.
O, tıpkı mum gibi bizi aydınlatmak için kendi hayatını verenlerden. Bu toprakların yetiştirdiği dünya çapında bir ilim adamı, Muhammed Ebû Zehra’nın nitelemesiyle “İmam el-Kevserî”, Osmanlı vesikalarının tabiriyle “Düzce’li Zâhid Efendi!”
O İslam Alemi için, bizler için üstüne düşen sorumluluğu hakkıyla ifa etti ve gitti. Şimdi sıra bizde. Onun ilmî mirasını tanıtmak, ihya etmek ve “üretmek” adına Dâru’l-Hikme, daha büyük imkânlara sahip ilmî müesseselerin yapması gerekeni yapmaya soyundu ve “Kevserî Külliyatı” projesine “Bismillah” diyerek başladı.
Öncelikle matbu eserlerinin çevirisi… Müteakiben yazma halinde bulunan eserlerinin peşine düşülecek. Gerekirse Mısır’a, Pakistan’a, başka yerlere gidilecek. Hayatta kalan talebeleriyle görüşülecek; üzerine yazılanlar derlenecek, hakkında yapılan tezler toparlanacak. Mektuplarının ve diğer evrak-ı metrukesinin izi sürülmeye çalışılacak… Bütün bunlar olurken, bir taraftan da adına açılacak bir internet sitesi faaliyete sokulacak…
İlgi ve hassasiyet sahiplerine sesleniyorum: Lütfen Dâru’l-Hikme’yi yalnız bırakmayın!
Milli Gazete – 27 Mayıs 2006