“Mü’minin firasetinden sakının. Zira o, Allah’ın nuruyla bakar” (et-Tirmizî) hadisinde geçen “firaset”in keşif ve ilhama delalet ettiğini söylemek yanlış olmaz. Zira bütün varlığıyla Yüce Allah’a yönelen bir kimsenin, iktisap yollarından birisi olan bu mücahede ile bir ilim elde etmesinde şaşılacak bir husus yoktur.
Keza Efendimiz (s.a.v)’in, salih rüyanın nübüvvet şubelerinden bir şube olduğunu haber verdiğini de biliyoruz: “Mü’minin rüyası, nübüvvetin kırkaltı cüzünden bir cüzdür” (el-Buhârî, Müslim…)
Ulema rüyayı üç kısma ayırarak ele almıştır:
1- Peygamberlerin rüyası. Bu rüyaların hepsi doğrudur. Bazan tabir gerektiren şeyler görebilirler.
2- Salih kimseler: Bunların rüyaları çoğunlukla doğru çıkar. Peygamberlerin aksine bunlar bazan tabir gerektirmeyecek açıklıkta rüya görebilirler.
3- Diğer insanlar: Bu gruba giren insanların rüyaları karışıktır. Doğru rüya görebilecekleri gibi, doğru olmayan (anlamsız, birşeye delalet etmeyen) rüyalar da görebilirler. Ulema bu üçüncü kategoriyi de kendi arasında alt gruplara ayırmıştır.
Efendimiz (s.a.,v), el-Buhârî ve daha başkalarının rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Güzel rüya Allah’tan, sıkıntılı rüya şeytandandır. Sizden biriniz hoşlanmadığı bir rüya gördüğünde sol tarafına tükürsün ve ondan Almlah’a sığınsın. Böyle yaparsa şeytan ona bir zarar veremez.”
Yine hadislerde kişinin gördüğü güzel rüyanın Allah Teala’dan olduğu haber verilmiş ve onu sevdiği, bilgi sahibi ve yakını olanlara anlatması tavsiye edilmiş, hoşuna gitmeyen rüyaların ise şeytandan olduğu haber verilerek onu başkasına anlatmaması tavsiye edilmiştir.
Yine et-Tirmizî ve Ebû Dâvûd’un naklettiği bir rivayette Efendimiz (s.a.v), rüyanın anlatılmadığı sürece gerçekleşmeyeceğini, anlatıldığı zaman ise gerçekleşeceğini haber vermiştir. Bir önceki paragrafta sözünü ettiğim rivayetlerde kişinin hoşuna giden bir rüya gördüğünde onu sevdiklerine ve bilgi sahibi kimselere anlatmasının tavsiye edilmesi bundandır.
Keşif ve ilham olsun, rüya olsun, bu tür bir yolla elde edilen bilgi sadece sahibini bağlar. Dinin ölçülerine aykırı düşmedikçe kişinin keşif, ilham ve rüyasıyla amel etmesinde bir sakınca olmadığını beyan eden ulemamız, bu yolların başkasını ilzam etmeyeceğini, dolayısıyla mesela bu yollardan birisiyle Efendimiz (s.a.v)’den hadis rivayet edilemeyeceğini söylemiştir.
Ancak Hadis ilminde kendine mahsus bir sistem oluşturmuş bulunan Muhyiddin İbn Arabî, keşif yoluyla hadis rivayet edilebileceğini ve kendisinin de bu yolla birçok hadisi doğrudan Efendimiz (s.a.v)’e sorarak tashih ettiğini söylemiştir. (Bu konuda geniş bilgi için Ali Vasfi Kurt’un Endülüs’te Hadis ve İbn Arabî adıyla yayımlanan doktora tezine başvurulabilir.)
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Eğer keşif ve ilham Allah’ın nuru ve salih (sadık) rüya da nübüvvetten bir parça ise neden bu yollarla elde edilen bilgi herkesi bağlamasın?
Bu soruya kısaca, “bu yollarla elde edilen bilginin, hem sübut, hem de delaletinde kesinlik olmadığı için” tarzında cevap verilebilir.
Hanifi Sarıhan kardeşimin, peygamberler dışındaki bazı insanlara vahyedilmesi konusundaki sorusunun cevabını da bir sonraki yazıda ele alacağım.
Nisan 2002 – Milli Gazete