Kavaid-İ Fıkhiyye-1

Ebubekir Sifil2007, Gazete Yazıları, Şubat 2007

Kavaid’i konu edinen Pazartesi günkü yazım üzerine, konu hakkında detaylı bilgiye ihtiyaç bulunduğunu ifade eden birkaç mesaj aldım. Geriye dönük olarak Kavaid’den bahseden yazıları şöyle bir kontrol ettiğimde gördüm ki, bugüne kadar Kavaid’in sadece “ne olduğuna” değinmişiz. Oysa onun “ne olmadığı” da en az “ne olduğu” kadar önemli. Bununla ne kasdettiğimi daha sonraya bırakarak Kavaid’in kısa bir tarihçesini görelim.

Fıkıh ilmi denince aklımıza iki alan gelir: Usul-i Fıkıh ve Füru-i Fıkıh. Usul-i Fıkıh Kur’an ve Sünnet’ten nasıl hüküm çıkaracağımızı, daha doğrusu ehlinin nasıl hüküm çıkaracağını ortaya koyan bir ilim dalıdır. Hayatımızı Yüce Allah’ın muradına uygun şekilde yaşayabilmek için Kur’an ve Sünnet’in rehberliğine başvurmaktan başka bir yol olmadığına göre, bu iki kaynağa belli bir sistem içinde başvurmak durumundayız.

Aslî deliller olan Kur’an ve Sünnet ve bu iki temel kaynağa bağlı olarak İcma ve Kıyas’a kısaca “Edille-i Erbaa” (Dört Temel Delil) denmiştir. Usul-i Fıkıh, Edille-i Erbaa dışında İstihsan, Mesalih-i Mürsele, İstıslah, Örf… gibi birtakım tali unsurlara (ikinci derece delillere) da başvurur ki, konunun ayrıntısı Usul-i Fıkıh kaynaklarındadır.

Füru-i Fıkıh ise, bütün bu delillerden elde edilen fer’î (cüz’î) hükümlerin oluşturduğu geniş alana denir ki, Fıkıh derken genellikle bu alanı kastederiz. Mufassal Fıkıh ve Fetva kitaplarından, en basit şekliyle İlmihal kitaplarına kadar bu sahanın kaynakları bize, Yüce Dinimizi Allah Teala’nın muradı istikametinde nasıl yaşayacağımızı öğretir.

İşte Kavaid-i Fıkhiyye’nin (Fıkhî Kaideler’in) belli bir bölümü, Füru-i Fıkıh sahasını oluşturan binlerce, on binlerce fer’î mesele incelenerek, birbirine benzeyenlerin aynı başlık (kaide) altında toplanması suretiyle oluşturulmuştur.[1]20 Temmuz 2004 tarihli yazımda yer alan, “Fıkhî kaidelerin tesbiti İbn Nüceym ile başlamış…” ifadesi, Hanefî mezhebiyle sınırlı olarak ve Kavaid’in geniş çaplı … Continue readingUsul-i Fıkıh ile Füru-i Fıkıh arasında bir kategoriyi teşkil eden Kavaid, fukahanın her türlü takdirin üzerindeki vukufiyet ve gayretinin ürünü olarak vücut bulmuştur.

Kavaid-i Fıkhiyye ile ilgili eserlerde, bir de “Kavaid-i Külliye” kavramına rastlanır ki, yeri gelmişken onu da açıklığa kavuşturalım. Bu kavram, Fıkh’ın her sahasına uygulanabilen, daha doğrusu Füru-i Fıkh’ın çerçevesi içinde bulunan her meselede uygulama alanı bulabilen kaideleri anlatır. Mecelle’nin ilk 99 kaidesi bu türdendir.

Kavaid-i Külliye’nin mukabili ise “kavâid, davâbıt, fevâid” (tekilleri: kâide, dâbit, fâide) kelimeleri ile ifade edilir. Belli bir fıkhî konudaki hükümleri bir başlık altında toplamak amacıyla tesbit edilmişlerdir. Bunların sayısı Kavaid-i Külliye’ye göre daha fazladır. Mecelle’nin ilk 99 maddesi dışında kalan 1752 madde böyledir.

Mesela “Zaruretler yasakları mübah kılar” kaidesi küllî bir kaidedir. Buna göre zaruret halinin bahse konu olduğu durumlarla ilgili dinî yasaklar, zaruret miktarınca geçici olarak askıya alınır. Füru-i Fıkh’ın belli bir sahasına münhasır olmayıp, bütün sahaları kuşattığı için bunlara “küllî” denmiştir.

Bununla birlikte bu kaidelerin de mutlak olarak her hal ve şartta geçerli olduğunu söylemek doğru değildir. Mesela bir kimse, başka birisini, “Falan şahsı öldür; yoksa ben seni öldüreceğim” diyerek tehdit etse ve tehdidini yerine getirecek durumda olsa, tehdit edilen kimse, “nasıl olsa “Zaruretler yasak şeyleri mübah kılar” kaidesi var; ben de şu anda zaruret halindeyim. O halde o şahsı öldürürüm ve bundan sorumlu olmam” diye düşünemez. Her ne kadar burada bir “zaruret” durumu olduğu sabit ise de, bu zaruretin anlamı ve gayesi, “canın korunması”dır.

Devam edecek.

Milli Gazete – 24 Şubat 2007

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 20 Temmuz 2004 tarihli yazımda yer alan, “Fıkhî kaidelerin tesbiti İbn Nüceym ile başlamış…” ifadesi, Hanefî mezhebiyle sınırlı olarak ve Kavaid’in geniş çaplı tesbiti anlamında anlaşılmalıdır. Detay, bu yazının ilerleyen bölümlerinde gelecektir.