Bu köşede okuduğunuz son iki yazı, Marife dergisinde yer alan bir makale hakkındaki düşüncelerimi yansıtmayı hedefliyordu. İlk yazıdan sonra makale sahibinin e-mail yoluyla tarafıma ilettiği mesaj –ki buraya aktarmıştım– “katkı beklentisi”ni dile getiriyordu. Ben de bir önceki yazıda kendisine teşekkür etmiş ve ardından düşüncelerimi –bu köşenin izin verdiği muhteva ve boyutta– dile getirmeye çalışmıştım.
Dr. Yaşar Yiğit’in Salı günü ilettiği e-mail mesajı aynen şöyle: “Sayın Sifil! Makaleyi lütfen biraz daha dikkatle ve Batılı veya Doğulu şeklinde nitelendirme yapmadan müslüman bir bilim adamı kimliği ile önyargılardan uzaklaşmış bir biçimde okumanızı, makalenizde dile getirdiğiniz usul ve füru ilkelerinin en az sizin kadar idrakinde olduğumuzu belirtmek isterim. Herkes sizin gibi düşünmek zorunda değil. Müslümanlığı kendi ipoteğinizde kabul etmeyin. Benim makalemde dile getirdiğim hususlar bugün birçok ilim adamı tarafından paylaşılmaktadır. Selamlar.”
Bu aşamadan sonra söylenecek bir şey kalmıyor. Demek ki Yiğit’le “katkı” anlayışımız farklı. Gerçi “Herkes sizin gibi düşünmek zorunda değil. Müslümanlığı kendi ipoteğinizde kabul etmeyin” tarzındaki ifadeler üzerinde gezinmek eğlenceli olabilirdi, ama bu noktadan sonra –genellikle yapıldığı gibi– “tartışma”, her an “sataşma”ya dönüşebileceği için bunun bir yararı olacağını sanmıyorum…
Marife dergisi hakkında bu köşede okuduğunuz ikinci yazıda Dr. Kamil Güneş’in bir makalesine de değinmiştim. Güneş bu yazı üzerine büyük bir incelik göstererek Doktora tezinin o yazıda cevabını aradığım soruyla ilgili kısımlarını attach’lamış. Gönderdiklerinden, Mu’tezile’nin –en azından Kadı Abdülcebbar örneğinde– tarihselci yaklaşıma temel olabilecek bir tutum içinde olmadığı anaşılıyor ki son derece önemli. Bu vesileyle Kadı Abdülcebbâr’ın el-Muğnî‘sinin –kütüphanemdeki nüshasında eksik ciltlerden olan– VII. cildinin muhtevasından da büyük ölçüde haberdar olma şansını elde ettim. Dr. Güneş’e teşekkür ediyor, tezini kitap olarak okuyucunun istifadesine sunması gerektiğini düşündüğümü belirtmek istiyorum..
Marife‘deki birkaç yazıya daha ilerideki günlerde değineceğim.
***
Buraya kadar okuduklarınız, başlığın ilk bölümüyle ilgili idi. Başlığın ikinci bölümü ise başörtüsü konusundaki haklı tepki ve feryadına destek talebinde bulunan bir kardeşimizle, Esra Bıyık ile ilgili. E-mail adresime gönderdiği mesajı aynen alıyorum:
“Sayın Ebubekir Sifil.
“Ben Kadıköy Anadolu İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencisiyim. Bildiğiniz gibi ben ve arkadaşlarım, yani tüm İmam Hatip Lisesi’nde okuyan arkadaşlarımızın çektiği bu zulmün ortadan kalkması için sizin de bize yazılarınızda destek olmanızı ve yaşanan bu haksızlığın ne kadar saçma olduğunu halka, yazılarınız aracılığıyla yazmanızı ve bize gerçekten yardım etmenizi istiyoruz…
“Din, tüm insanlığın huzur ve mutluluğu; devlet ise vatandaşların hak, adalet ve güvenliğini sağlamak için vardır. Benden, yaşamaktan mutluluk duyduğum hayat biçimini terk etmem isteniyor. Huzurumu kaybedersem, bu devlete güvenimi de kaybederim. Hukukun üstünlüğüne inanıyorum. Sizlerden, konumuzun fonksiyonlarını ve sorumluluğunu yerine getirmenizi istirham ediyorum. Kamuoyunun dikkat ve duyarlılığını uyandıracak bir yaklaşımda bulunmanızı bekliyorum. Saygılarımla.”
Bu feryadı dindirmek için keşke elimden, “yazı yazmak”tan öte birşey gelseydi. Cumartesi gününün yazısını bu konuya tahsis edeceğim.
Mart 2002 – Milli Gazete