Hz. Ömer (r.a), Hz. Huzeyfe (r.a)’ın gayrimüslim (kitabî) bir kadınla evlendiğini duyunca kendisine bir mektup yazmış ve derhal o kadını boşamasını söylemiştir. Halife’den gelen bu talep/talimat üzerine Hz. Huzeyfe (r.a), “Yoksa kitabî kadınlarla evliliğin haram olduğunu mu söylüyorsun?” diye sormuş, Hz. Ömer (r.a) bu soruya şöyle mukabele etmiştir: “Hayır! Kitabî kadınlarla evliliğin haram olduğunu söylemiyorum. Fakat Müslüman kadınları bırakıp (bilmeden) zinakâr kadınlarla evlenmenizden korkuyorum.”[1]el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, VII, 172. Bu son cümle bir diğer rivayette, “Kitabî kadınların zinakâr olanlarıyla evliliği yaygınlaştırmanızdan korkuyorum” şeklindedir.[2]İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, IX, 85.
Birden fazla mü’min kadınla evlilik ile bu olay arasında dağlar kadar fark bulunduğu açık. Her şeyden önce Hz. Ömer, Sahabe’nin “mukteda bih” (uyulan, örnek alınan) bir nesil olduğunun farkındadır ve kitabî kadınlarla evliliğin yaygınlaşması halinde onları izleyenlerin birçok yanlışa düşebileceğini görmektedir.
İkinci olarak kitabî kadınlarla evlilik yaygınlaştığı takdirde, onların “muhsan” (iffetli ve zinaya düşmemiş) olanlarını diğerlerinden ayırmak müşkil olduğundan, giderek zinakâr kadınlarla evlilik yaygınlaşacaktır.
Üçüncü olarak bu olayın yaygınlaşması mü’min kadınların ihmaline yol açabilecektir.
Dördüncü olarak da, kitabî kadınlarla evliliğin yaygınlaşması, yeni yetişecek nesillerin Yahudi/Hristiyan kültürün etkisini taşıması gibi bir tehlikeye yol açabilecektir.
Oysa sorumluluk sahibi bir mü’minin birden fazla mü’min kadınla yapacağı evlilikte bu sakıncaların hiç birisi söz konusu olmayacaktır…
Gelelim Efendimiz (s.a.v)’in, Hz. Ali (r.a)’ın Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz üzerine başka bir kadınla evlenmesini onaylamaması meselesine.
Her şeyden önce bu olayın genelleştirilip başka evlilikler hakkında “ilke” haline getirilebilmesi için, Efendimiz (s.a.v)’in başka taaddüd-i zevcat girişimlerine engel olup olmadığını araştırmak gerekir. Bu da yetmez, eğer böyle bir olay/rivayet bulunabilirse, Efendimiz (s.a.v)’in, taaddüd-i zevcat müessesesinin kötüye kullanıldığı gibi bir gerekçeye dayanarak böyle bir yasaklamaya gittiğinin ortaya konulması icab eder.
Esasen bütün bunların üstünde ve ötesinde bir gerçek var: Hz. Ali (r.a)’ın, eşi Hz. Fâtıma (r.anha) validemizin üzerine nikâhlamak istediği kadın, İslam’ın ve Efendimiz (s.a.v)’in azılı düşmanı Ebû Cehil’in kızıdır! Efendimiz (s.a.v), o kadınla yapılacak evliliği onaylamayacağını ifade buyururken bu noktanın altını çizmiş ve şöyle buyurmuştur: “… Ben bir helali haram ve bir haramı helal kılmıyorum. Fakat Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın Resulünün kızı ile Allah’ın düşmanının kızı asla bir mekânda bir araya gelmeyecektir.”[3]el-Buhârî, “Hums”, 5; Ahmed b. Hanbel, IV, 326.
Bu rivayet açıkça anlatıyor ki Efendimiz (s.a.v) ne taaddüd-i zevcat konusunda bir yasaklama getirmek niyetindedir, ne de damadının, kızı Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz üzerine bir başka kadınla evlenmesini yasaklamak arzusundadır. Efendimiz (s.a.v), kendi kızı ile can düşmanı Ebû Cehil’in kızının bir çatı altında bulunmasını onaylamamıştır, hepsi bu! Dolayısıyla bu olayın, Hz. Fâtıma (r.anha) validemize özgü olduğunu, hatta Ebû Cehil’in kızının onun üzerine getirilmesiyle sınırlı bir yasak bildirdiğini görmemiz lazım. Aksi halde –daha önce de altını çizdiğim gibi– Efendimiz (s.a.v)’in bu olayla kendi kızının hukukunuu korurken taaddüd-i zevcat konusunda umumî bir sınırlama getirmemekle diğer mü’min kadınların hukuku konusunda –haşa– lakayt davrandığı ya da çifte standarda gittiği gibi bir garabet ortaya çıkacaktır ki, bunun izahını kimse yapamaz!
Devam edecek.
Milli Gazete – 27 Kasım 2010