Bugünlerde, akademik hayatının 50. yılı münasebetiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından düzenlenen program dolayımında konuşuluyor Prof. Dr. Hayreddin Karaman. Milli Gazete de Cumartesi günü tam sayfa sayılabilecek bir yer ayırmıştı konuya.
Elbette 50 yılı ihata eden bir süreklilik içinde bir alana emek vermek, faaliyet alanı içinde “en iyilerden” sayılmak her faniye nasip olmuyor. Bu noktada Karaman hocanın, dert/dava edindiği hususlarda örnek alınacak bir cehd-u gayret sergilediğinin altını kalın çizgilerle çizmemiz lazım.
Bu yazının konusunu, Karaman hocanın kendi çizgisi içinde yapıp ettiklerinden çok, Taha Akyol’un Milliyet’teki köşesinde (4 Aralık) konuyla ilgili yazdıkları oluşturuyor. Akyol’un değerlendirmelerini hoca görmüş müdür, görmüşse ne demiştir, doğrusu bilmek isterdim…
Önce Akyol neler söylemiş, ona bakalım:
“İslam hukukunda “kamu hukuku, özel hukuk” ayrımı yoktur. Karaman eserlerinde bu tasnifi uygulamıştır. Bunun ne kadar önemli bir açılım olduğunu hukukçular çok iyi takdir eder..”
Fıkh’ı ve fıkhî ahkâmı, “kamu hukuku” ve “özel hukuk” şeklinde bir tasnife tabi tutarak ele almak Akyol’a göre hangi bakımdan “önemli bir açılım” olarak değerlendirilmelidir, doğrusu merak ettim. Kaynakları, işleyiş mantığı ve hedefi noktasında herhangi bir “operasyon” söz konusu değilse, Fıkh’ı bu tarz tasnifler esasında ele almanın “takdim tarzı”ndaki bir değişiklik/yenilik olması dışında kayda değer bir “yenilik” getirdiğini söylemek, “abartı”dan başka bir anlam ifade etmez. Benzeri şeyler İslam Dünyası’nda da oluyor. ez-Zerkâ’nın el-Fıkhu’l-İslâmî fî Sevbihi’l-Cedîd isimli çalışması bir örnektir…
Akyol devam ediyor: “Karaman, eserlerinde “diyani” (dinsel) hükümlerle “kazai” (hukuksal) hükümler ayrımını vurgulamış, bu ikincilerin itikadi bir konu olmadığını anlatmıştır. Bu yaklaşım, çağımızın ortaya çıkardığı yeni sorunlar ve sosyal ilişkiler konusunda çok önemli bir ‘yeniden yorum’ kapısı açmaktadır.”
Fıkıh ve Fetva kitaplarında yüzyıllardan beri işletilen “diyânî hüküm-kazâî hüküm” ayrımının bu tarz bir değerlendirmenin konusu olması galiba gerçekten “yeni” bir durum. Akyol’un ayrımına göre ciddi bir “kazâî durum”la karşı karşıyayız! Ancak bu, “diyânî” hükümleri itikad alanının içinde tutarken “kazâî” hükümleri bu alanın dışına çıkarmakla Fıkıh’ta sekülerliğe kapı açma gayretinin yol açtığı bir “kaza” olması dolayısıyla calib-i dikkat bir mahiyet arz eden bir tesbit.
“Diyânî” hükümlerin “dinsel” karakterli olmasında anlaşılmayacak bir husus yok da, “kazâî” hükümlerin “hukuksal” olduğu söylenerek “din dışı” bir karakter taşıdığının ima edilmesinde “ciddi” bir yanılgı (ya da “manipülasyın”?) bulunduğunu görmezden gelmek mümkün değil. “Bu yaklaşım(ın), çağımızın ortaya çıkardığı yeni sorunlar ve sosyal ilişkiler konusunda çok önemli bir ‘yeniden yorum’ kapısı aç”tığının söylenmesi de gösteriyor ki, Akyol’un peşinde olduğu ya da görmek istediği bir şey var. O, Fıkh’ın itikatla ilişkisinden, yani “dinî” karakterinden soyutlanmış seküler/liberal bir alan bulunduğu kabulünü Karaman hocanın tesbitlerine dayanarak tescil etmek istiyor besbelli. Hocanın bu tesbite nasıl bir reaksiyon vereceği gerçekten merak konusudur…
Fıkhî hükümlerin, en azından “kazâî” hükümlerin oluşturduğu kısmın, yerini seküler hukuka terk edebileceği, bunun da Akyol tarafından bilinçli bir şekilde veya bilinçsizce “dinsel” ve “hukuksal” olarak ifade edilen “diyânî hüküm-kazâî hüküm” ayrımının vücut verdiği “normal” bir durum olduğu tesbiti, şu cümlelerde biraz daha somutlaşıyor: “Karaman, nikâhın “diyani” (dinsel) değil, “hukuki” bir işlem olduğunu anlatmış, resmi nikâhın geçerli olduğunu belirtmiştir.”
Nikâhın birtakım “şeklî” unsurlarını yerine getirerek sosyal ve hukukî alanda önemli sıkıntılar yaşatan “dinî nikâh-resmî nikâh ayrımı” probleminin ortadan kaldırılabileceği düşüncesi yeni değil.
Modernleşme projesi çerçevesinde Müslümanların, kendilerine dayatılan hayatı, aslında İslam’a çok da aykırı olmayan yönleri bulunduğu vehmini “hakikat” yerine ikame etmeye matuf gayretlere tedarik edilen “İslamî” kılıflar marifetiyle dönüştürülmesine itiraz etmek yerine, ayartıcı bir “rahatlık” sağlayan bu tarz primitif basitliklere bilerek-isteyerek ram olması, ancak “dumura uğrama” tabiriyle ifade edilebilir…
Devam edecek.
Milli Gazete – 7 Aralık 2009