Genetik operasyonlar meselesi medyanın ve internetin gündeminde gittikçe daha yoğun bir şekilde yer almaya başladı. Hayvan kopyalamadan, tıbbî alandaki gelişmelere, hatta bitkilerin yapısına müdahaleye kadar gen teknolojisinin girmediği alan neredeyse kalmadı. Bu durum hakkında ne düşünmeliyiz?
Fıkh’ı, yaşadığımız duruma, daha doğrusu “bize dayatılan”a açıklama getirmek zorunda bulunan sistem olarak görme alışkanlığından kurtulamayanlarımız zaviyesinden bakarsak söylenebilecek olan şey son tahlilde şudur: Bu gelişmelere ayak uyduramayan Fıkıh, dönemini doldurmuş demektir. Oysa İslam’ın her duruma bir açıklaması olmak zorundadır. O halde bütün bu gelişmeleri yeni bir anlayışla değerlendirmek zorundayız. Yani Fıkh’ı da, işleme sistemini de yenilemek durumundayız. Yoksa çağın gerisine düşmemiz kaçınılmazdır vs.vs.
Meselelere, “tutucu olarak yaftalanmamak” gibi bir endişe taşıyarak bakma ısrarında olanların, ucu “olanı onaylama”ya çıkan bu tarz-ı hareketten kurtulması mümkün değildir.
Oysa toprağı, suyu, havayı ve “insanı” hoyratça “kullanma” yetkisine sahip olduğunu düşünerek hareket eden, dokunduğu her şeyi kirleten, bozan, tahrip eden bu “ilerlemeci/gelişmeci” anlayışın insanlığın hayrına sonuçlar üretmediğini görmek için olağanüstü yetenekli olmak gerekmiyor.
“Küreselleşme” denen sömürü, köleleştirme ve tahrip düzeninin uyumlu bir elemanı gibi hareket etmek sadece kendimize zarar vermek anlamına gelmiyor. İnsanlığın geleceği için hiç de iyi sinyaller vermeyen bu gidişatı onaylamak, ona her ne şekilde olursa olsun katkıda bulunmak, gerek bugün, gerekse gelecek nesiller bakımından bu vebale ortak olmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Bizler, artık bir ideolojiye dönüştüğü tartışmasız olan teknolojinin hayatımız için vazgeçilmez olduğunu düşünmeye devam ettikçe, dünyanın dengesi zayıflar, yoksullar ve sömürülenler aleyhine bozulmaya devam edecek.
Ürünlerin raf ömrü uzun olsun, verimlilik artsın… gibi gerekçelerle genetik yapısına müdahale edilen bitkilerin ve böylece zehirlenen toprağın, şu anda yarım milyar insanı esir almış olan obezitenin, atmosfere salınan zehirli gazların etkisiyle değişen iklimlerin, tabiattaki canlı türlerinin gittikçe azalmasının, gen mühendisliğinin sonunun nereye varacağını kimsenin kestiremeyeceği çılgınca gidişatının ve sonuçta bütün bunların, zincirleme olarak birbirini tetiklemesi sonucunda felaketin katlanarak büyümesinin bizim teknoloji karşısındaki zaafımızın ürünü olduğunu kim inkâr edebilir?
Belki en önemlisi şu: Bütün bunların birbirinden ayrı telakki edilmesi mümkün değil. Gen mühendisliği gibi son derece “masum” görünen bir iştigal sahasıyla uzayın kirlenmesi ve çevrenin tahrip olması arasında bir ilişki bulunmadığını düşünenler kahir ekseriyeti oluşturuyor.
Ama gözden kaçırılan bir nokta var: Teknolojinin kullanımı bir tercih meselesidir. Yani “teknoloji şu alanda faydalıdır, kullanalım; bu alanda zararlıdır, kullanmayalım” deme şansınız yok. Zira tercihinizi teknolojiyi kullanmaktan yana belirlediğiniz zaman, ötesini belirleme şansını yitiriyorsunuz. Çünkü oradan ötesini teknolojinin kendisi belirliyor.
Dolayısıyla “genetik kopyalama caiz midir?” ya da “bitkilerin genetik yapısıyla oynamak meşru mudur?” tarzındaki sorulara cevap verme makamında olanların, “caizdir/meşrudur” demesi de, “değildir” demesi de meselenin İslam adına çözülmüş olması anlamına gelmiyor.
İnsanın kök hücresinin devreye sokulması sayesinde artık ortalama 120 yıl hiç hastalanmadan yaşamak mümkün olabilecekse İslam böyle bir gelişmeyi niçin onaylamasın?
Bu soruya doğru cevabın verilmesi şu sorunun doğru cevaplandırılmasıyla mümkündür: “Dünya hayatının en doğru biçimde yaşanmasının, hiç hastalanmayacak şekilde yaşama imkânına kavuşmaya bağlı olduğu tezini İslam onaylar mı?”
Milli Gazete – 31 Mayıs 2008