Elimizdeki risalelerin İmam Ebû Hanîfe’ye aidiyeti konusunda, muhteva tenkidi yaparak olumsuz görüş bildirenlerin bir kısmını bir önceki yazıda görmüştük. Bahse konu tenkitler hakkında detaylı değerlendirmelere geçmeden önce, mukaddime kabilinden birkaç noktayı tebarüz ettirelim:
İmam Ebû Hanîfe, hicrî II. yüzyılın ortasında (150 yılında) vefat etmiştir. Bu tarihte en azından Irak coğrafyasında ve Kûfe/Bağdat bölgesinde hangi meselelerin konuşulup tartışıldığını kesin bir şekilde tesbit etmek için elde yeterli doküman mevcut değildir.
Bir diğer husus da İmam’ın eserlerinin çoğunun imlâ suretiyle vücuda getirilmiş olmasıdır. (Belki sadece Risâle ilâ Osmân el-Bettî bunun istisnasıdır.) Bu eserleri, kaleme alanlara, yani İmam’ın öğrencilerine atfedenler de bu noktadan hareket etmektedir. Öyle ya da böyle, bu eserlerdeki ifadelerin birebir İmam’a ait olmasını beklemek bu yüzden doğru değildir.
Söz konusu itiraz noktalarına gelince:
İmam Ebû Hanîfe’nin çağdaşlarından veya daha öncekilerden, mucize, keramet ve istidrac arasındaki farka değinen kimseyi bilmiyor oluşumuz.
Açıktır ki, İmam Ebû Hanîfe’nin çağdaşlarından veya öncekilerden itikadî meselelere hasredilmiş, bu meseleleri en azından ana hatlarıyla ele alıp tartışan bir eser elimizde mevcut değil. Dolayısıyla bu meselede yeterli bilgi ve dokümana vakıf olamayışımız, o dönemde konuşulup tartışılmadığı görüşüne delil yapılmamalıdır.
Mucize, keramet, istidrac meselesinin Tasavvuf’un bir kurum olarak ortaya çıkmasından sonra gündeme geldiği iddiası da tutarlı görünmemektedir. Zira açıktır ki nübüvvet meselesiyle mucize arasında kopmaz bir ilişki vardır. Bir diğer söyleyişle, nübüvvet meselesinin tartışıldığı bir bağlamda mucize konusu da nübüvvetin levazımatından olarak kendiliğinden gündeme gelecektir. Bu bağlamda gerek Efendimiz (s.a.v)’in nübüvvetinin isbatı, gerekse gerçeğe aykırı nübüvvet iddialarının[1]Mecusiler’in Zerdüşt’ü, Sabiiler’in Hermes, Vâlîs, Zervisyus, Eflatun ve bir grup filozofu peygamber kabul ettiğini hatırlayalım. Bkz. el-Bağdâdî, el-Fark, 177. reddi sadedinde mucize ile birlikte istidrac ve keramet konusunun da gündeme gelmesi gayet tabiidir.
Burada altı çizilmesi gereken bir diğer husus, da şudur: Kadı Abdülcebbâr, el-Muğnî’de “keramet” meselesini tartışırken[2]el-Muğnî, XV, 210 vd. “keramet” kavramını bir-iki yer dışında neredeyse hiç kullanmaz. Onun yerine “mu’ciz/mu’cizât”, “alem/a’lâm” kavramlarını kullandığı dikkat çeker. Dolayısıyla meselenin İmam Ebû Hanîfe döneminde –farklı kavramlar kullanılarak dahi olsa– hiç gündem olmadığını söylemek en azından “acelecilik”tir.
Muhtevasında “cevher”, “araz” gibi felsefî terimlerin yer aldığı gerekçesiyle el-Fıkhu’l-Ekber’in en azından muhtevasının tamamının İmam’a nisbetinin tartışmalı olduğu tezi.
Bu da en az diğeri kadar aceleyle verilmiş bir hükümdür. Zira İslam dünyasının Felsefeyle tanışmasıyla birlikte bu kavramların kullanılmaya başladığı açıktır. Kaynaklar, İmam Ebû Hanîfe ile yaşıt olan[3]Doğumu h. 80’dir. Bkz. İbnu’l-Murtadâ, Tabakatu’l-Mu’tezile, 29; İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân, VI, 214. Vâsıl b. Ata’nın, ilahî kaderin umumîliğini ispat için “Atom nazariyesi”nden istifade ettiğini zikreder.[4]Bkz. İrfan Abdülhamid, İslam’da İtikadî Mezhebler ve Akaid Easları, 153. O, İslam dünyasında, madde aleminin bölünme kabul etmeyen küçük zerrelerden meydana geldiğini söyleyen ilk kişi olarak görülmektedir. Mezkûr nazariye M.Ö. 420 civarında yaşamış olan Demokritos tarafından ortaya atılmıştır. Arazın arazla kaim olamayacağı, arazın iki zamanda varlığını sürdüremeyeceği… gibi ilkeler içeren bu nazariyenin, “cüz-i lâ yetecezze’” (bölünemeyen en küçük parça) kavramı olmadan konuşulması mümkün olmadığına ve “cüz-i lâ yetecezze’” de “cevher-i ferd” kavramıyla ifade edildiğine göre “cevher” ve “araz” kavramlarının Vâsıl döneminde kullanıldığını itiraf etmek durumundayız.[5]Geniş bilgi için bkz., Abdülhamid, a.g.e., 151-4.
Devam edecek.
Milli Gazete – 25 Şubat 2008
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Mecusiler’in Zerdüşt’ü, Sabiiler’in Hermes, Vâlîs, Zervisyus, Eflatun ve bir grup filozofu peygamber kabul ettiğini hatırlayalım. Bkz. el-Bağdâdî, el-Fark, 177. |
---|---|
↑2 | el-Muğnî, XV, 210 vd. |
↑3 | Doğumu h. 80’dir. Bkz. İbnu’l-Murtadâ, Tabakatu’l-Mu’tezile, 29; İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân, VI, 214. |
↑4 | Bkz. İrfan Abdülhamid, İslam’da İtikadî Mezhebler ve Akaid Easları, 153. |
↑5 | Geniş bilgi için bkz., Abdülhamid, a.g.e., 151-4. |