Anadilde ibadet konusunda gerek Y.N. Öztürk‘ün, gerekse bu meseleyi hararetle savunan diğer zevatın, görüşlerini İmam Ebû Hanîfe‘nin içtihadına dayandırmaya büyük bir özen gösterdiği dikkat çekiyor.
Bu zevata, “Eğer İmam Ebû Hanîfe‘nin içtihadları sizin için gerçekten vazgeçilmez ise, onun diğer içtihadları hakkında niçin aynı tavrı sergilemiyorsunuz?” diye sormanın anlamsız olduğunun farkındayım. Zira onların her biri aslında bütün müçtehid imamları geride bırakacak seviyede bir “kendinden menkul” içtihad mertebesi ihraz etmişlerdir ve böyle olduğu için meseleye İmam Ebû Hanîfe‘nin içtihadından delil getirmelerinin sadece “sos” kabilinden bir anlamı vardır!…
Öztürk‘e bakarsanız bu konuda içtihada bile gerek yok. Zira İslam Fıkıh mirası içinde bu meselenin çözümü zaten mevcuttur. Duyan da içtihad çağrısı yaptığı başka konuların bu miras içinde çözüme kavuşturulmadan bırakıldığını zanneder!..
Meselenin bu yönü bir tarafa, İmam Ebû Hanîfe‘nin, Arapça ezber ve telaffuz konusunda herhangi bir problemi bulunmayan kişilerin bile namazda Arapça‘dan başka bir dille kıraat edebileceğini söylediği doğrudur. Ancak bu meseleye birkaç kayıt konması gerekiyor:
- es-Serahsî‘nin naklettiğine göre (el-Mebsût, I, 37) İmam, bu meseleye kerahetle “evet” demiştir. Bunun anlamı şudur: İmam Ebû Hanîfe, Arapça kıraat konusunda bir problemi olmayanların, kıraat farzını başka bir dille yerine getirmesine cevaz vermesine vermiş, ancak bunun çirkin, hoş olmayan, arzu edilmeyen bir durum olduğunu da belirtmiştir.
- Yine es-Serahsî, İmam Ebû Hanîfe‘ye göre bir kimsenin –Arapça kıraat konusunda problemi olsun olmasın– Tevrat, İncil veya Zebur‘dan “herhangi bir şey” okumakla kıraati yerine getirmiş olmayacağını söyler. (I, 234. Bu, İmam Muhammed’in Kitâbu’l-Asl‘ında (I, 236) “Sâhibeyn”in görüşü olarak da zikredilmiştir.)
Bu nakil, sadece manaya mı, yoksa hem nazm hem manaya birlikte mi “Kur’an” deneceği tartışmasında İmam Ebû Hanîfe‘nin ilk görüşü tercih ettiği yolundaki yorumlara –ki bilahare mezhep ulemasınca ortaya konmuştur– ihtiyatla yaklaşmamızı gerekli kılmaktadır. Çünkü buradaki “mutlak” ifade, Tevrat, İncil ve Zebur‘un mana ve muhteva olarak Kur’an ile çelişmeyen kısımlarına da şamildir.
- Esasen İmam Ebû Hanîfe‘nin, lafız-mana birlikteliğine değil de sadece manaya “Kur’an” denebileceği görüşünde olduğunun söylenmesinin önündeki en büyük engel, bizzat İmam‘ın el-Fıkhu’l-Ekber‘deki (58) şu ifadeleridir: “Kur’an, Allah Teala’nın, mushaflarda yazılmış, kalplerde ezberlenmiş, dillerle okunmuş, Hz. Peygamber (s.a.v)’e indirilmiş olan kelamıdır…” (Benzeri ifadeler el-Vasıyye‘de de mevcuttur.)
Şurası açıktır ki Kur’an Hz. Peygamber (s.a.v)’e sadece mana olarak değil, hem lafız hem mana olarak indirilmiştir. Kur’an‘da bu noktaya delalet eden pek çok nass bulunmakla birlikte, bir sonraki yazıda bunlardan sadece birisi üzerinde durarak bu bahsi devam ettirelim.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 22 Temmuz 2003