İhtiras

Ebubekir Sifil2011, Ekim 2011, Gazete Yazıları

“İnsanın en büyük düşmanı nedir?” sorusuna birçok açıdan farklı cevaplar verilebilir. Bana öyle geliyor ki, en doğru –ve diğerlerini de bir şekilde içeren– cevap, bu yazının başlığını teşkil eden kelimenin müfadıdır.

İnsanın, elinde olanı elde bulundurmaya devam veya elinde bulunmasını istediği şeyi elde etme konusunda gösterdiği normal dışı arzu ve tutku, bir süre sonra kişi ile o şey arasında bir “bağlılık” hatta “bağımlılık” ilişkisi oluşmasına sebebiyet veriyor. Sonunda insan, adeta değerli ve anlamlı olan herşeyi ona bağlayarak onu elde bulundurmayı bir “hayat-memat meselesi”ne dönüştürüyor.

Bu noktadan sonra artık insanın normal düşünmesi ve davranması da imkân dışına çıkıyor. “O şey”in “her şey” oluverdiği bu nokta artık “o şeyin” muhafazası için herşeyin gözden çıkarıldığı noktadır. Bütün temel insanî değerler, sorumluluklar, görevler, ilişkiler, anlamlar… Her şey alt-üst olmuştur artık.

Hırsın, aç gözlülüğün, acımasızlığın, bencilliğin ve ilkesizliğin bir araya gelip oluşturduğu bir arıza “ihtiras”. Bunlara bir de zekâ, yetenek ve çalışkanlık da eklenince ortaya tam anlamıyla “hastalıklı insan” tipi çıkıyor.

Kaddafi’nin akıbetini duyuran haberleri/görüntüleri izleyince dilime düşen ilk kelime oldu “ihtiras”. “Arap baharı” diye ifade edilen ve henüz 1 yılını dahi doldurmamış bulunan süreçte bu hastalığa yakalanmış ne kadar lider gördük hayatlarının son perdesi hüsranla ve zilletle kapanan! Sıradaki muhterislere ders olur mu, hiç sanmıyorum. Zira “ihtiras”ın insanın algılarını duruma uğratacak kadar ağır bir hastalık olduğu bedahetle sabittir!

“İhtiras”ın sadece despot liderleri anlattığını söylemek şüphesiz haksızlık olur. Ekonomiden siyasete, sanattan medyaya… modern hayatın dizayn ettiği alanlara bir bakın; “ihtiras”ın bu alanlara anlam katan, hatta bu alanları dolduran kelimelerin başında geldiğini göreceksiniz. Bu alanlarda boy gösteren, gündem olan, adı anılan insanlara bir bakın; “ihtirastan heykeller” göreceksiniz…

Biyolojik varlığının hijyen ve dezenfektasyonu konusunda aşırı hassas davranan modern insan ruhunu ve kalbini maruz bıraktığı kirlenme ve çürüme konusunda en küçük bir fikre sahip değil. Hatta onun için bu, hayatın idamesi için son derece elzem!! Yani aslında hastalık üzerine kurgulanmış bir hayattan bahsediyoruz!

Modern öncesi zamanların birey ve toplumlarında “ihtiras” bulunmaz mıydı? Elbette bulunurdu. Zira bu, insan kadar eski bir hastalık. Kabil’i hatırlayın.,,

Modern zamanları faklı kılan ise bu hastalığın yaygınlaşmış, kitleselleşmiş, hayat tarzı haline gelmiş olması. Etrafınıza şöyle bir bakın: “İslamî” denen yapıların içinde dahi “ihtiras”ın pençesinde kıvranan tiplere rastlayacaksınız, hem de adım başı!

İnsanın sadece bedeni hastalıklara maruz kalan bir varlık olarak algılandığı modern zamanlarda tıp bu alanla ilgileniyor. Oysa insanı insan yapan asıl hassa “kalp” ve “ruh”tur ve bunların maruz kalacağı hastalıkların da İslam’dan başka tedavisi yoktur. Teori ve ideoloji haline getirilmiş yahut bir boyutu öne çıkarılıp başka boyutları bastırılmış küçük “d”li “din”den bahsetmiyorum; bahsettiğim büyük “i”li “İslam”dır. Ruh-beden dengesini, birey-toplum dengesini, dünya-ukba dengesini ideal tarzda kurmuş olan İslam…

Milli Gazete – 22 Ekim 2011