“İçtihad kapısının kapatılması dinî maslahatlar cümlesinden midir?
“Sesimin en gür tonuyla diyorum ki: İçtihad kapısı, bu Din’i korumak için Allah Teala’dan gelen bir ilhamla kapatılmıştır. Herhangi bir fakih, Fıkıh talebesi veya bir başkası bu söylediğimi garip karşılayabilir.
“Evet, içtihad kapısının kapatılması maslahatlar cümlesindendir!
“İçtihad kapısı hicrî 4. asırda kapatılmıştır. Bunun ardından, 5. ve 6. asırlarda Moğol istilası vuku bulmuş, bunu Haçlı seferleri izlemiştir. Bu süreçten sonra da fasit ve müfsit yöneticiler devri gelmiştir.
“Bütün bu dönemler içinde içtihad kapısı açık olsaydı ne olurdu dersiniz? Fasit ve müfsit her yönetici, hükmünü yürütecek bir kadı bulacak, herkes amacına ulaşmak için bir çözüm elde edecekti! Bunun sonucunda şu veya bu dinî grup, Din adına “katli helal görülerek” katledilebilecekti!
“İçtihad kapısının kapanması Allah Teala’nın bu Ümmet’e bir nimetidir. Bu sayede fasit ve müfsit yöneticilerin razı olduğu, kendileri için her şeyin bir kolayını bulan tiplerin türemesi mümkün olmamıştır.
“Eğer müçtehid konumunda olanlar Ebû Hanîfe gibi olsaydı, içtihad kapısının kapatılmasının İslam dini aleyhinde işlenmiş büyük bir cürüm olduğunu söylerdik. O Ebû Hanîfe ki, “Bana karşı ayaklanmaları halinde kanlarının mübah olacağı konusunda kendilerinden söz aldığım Musul halkı hakkında ne dersin?” diye soran Ebû Ca’fer el-Mansûr’a şöyle mukabele etmişti: “Bir kimse bir başkasına bir şey verdiğinde kendisinin öldürülmesini şart koşsa, o kimsenin bunu öldürmeye hakkı olur mu? Bu, Musul halkının koşma hakkına sahip olmadığı bir şarttır! Çünkü onların canı Allah Teala’nın elindedir ve bir müslümanın kanı ancak şu üç durumda helal olur: 1) Evli olduğu halde zina etmişse, 2) İrtidad edip Müslüman cemaatinden ayrılmışsa ve 3) Bir cana kıymışsa. Şu halde Musul halkının kanını hangi hakla mübah görüyorsun?”
“İslam Fıkhı’nda müdevven pek çok kıymetli görüş ve içtihad vardır; hatta bunlar arasında “geri” ve “donuk” olanlar da mevcuttur. Ne var ki bu “donukluk” İslam’ı fesada uğramaktan muhafaza etmiştir!…”
Yukarıdaki satırlar, ömrünü Fıkh’a adamış, bu sahada pek çok eser vermiş ve ilim adamı yetiştirmiş, otoritesi dost-düşman herkesçe müsellem ve bu sebeple şöhretini gerçekten hak etmiş çağdaş bir ilim adamına ait. Yani “ne söylediğini bilen” birisine…
Her ne kadar verilen örnekler geçmiş dönemlere ait ise de, gerekçeler bugüne de –hatta “evleviyetle bugüne”– hitap ediyor. Zira sözü edilen sakıncalar bugün de varlığını –fazlasıyla– devam ettiriyor.
İyi biliyoruz ki, içtihad kapısı açıkken bu kapıdan giren imamların hiç birisi, “Fıkıh binası”nı tümüyle karşısına alıp, “Bu olmamış; ben bunu yeniden inşa edeyim” diye bir düşünceye sahip değildi. Muhalif görüş benimseyen Ehl-i Hakk imamların tamamının “İslam telakkisi” birdi. Yani onların ayrılığı, farklı din telakkisine sahip insanların hilafı değil, kaynakları farklı metodolojilerle okuyan ilim adamlarının ihtilafı idi…
Yukarıdaki görüşün sahibi mi?
Tahmin edin bakalım!..
Not: Haftaya bugün (6 Ekim Cumartesi) Sultanahmet kitap fuarında Kayıhan standında olacağım inşaallah. Görüşmek dileğiyle..
Milli Gazete – 29 Eylül 2007