Birçok başka konu gibi İbn Teymiyye hakkındaki sorulara da muhatap olmadığım gün yok gibi. Konu hakkında bugüne kadar yazılıp çizilenlerin –dolayısıyla benim yazdıklarımın– sadra şifa olmamasından mıdır, yoksa meselenin tabiatından mıdır, İbn Teymiyye soruşturmasının sonu gelmeyecek gibi…
Galiba öncelikle şu temel tesbiti tekrar hatırlamamız gerekiyor: Şari‘den başkasının sözleri alınabilir de, terk edilebilir de. Yeter ki bu “ahz ve redd” faaliyeti, tutarlı ve makul bir “sistem” (bilgi sistemi/metodoloji) muvacehesinde yapılsın. Ancak şunu da belirtmemiz gerekiyor: Hiçbir sistem vahiy gibi herkesi bağlayacak “mutlaklık” karakterine sahip değildir. Öyle olsaydı her ekol diğerlerini rahatlıkla vahyi reddetmekle eşdeğer bir cürüm işlemiş olmakla itham edebilirdi…
Şu halde –tıpkı diğer ulema gibi– İbn Teymiyye‘nin de “doğruları ve yanlışları olan” bir alim olarak görülmesi gerektiğini söylememe sanırım kimse itiraz etmeyecektir. Bunu böylece kabul etmek meselenin epeyce bir bölümünü çözmek anlamına geliyor. Bundan ötesini ise şimdilik tercihlere bırakma taraftarıyım.
Zira İbn Teymiyye‘nin sözgelimi “ilahî sıfatlar ve fiiller” babındaki görüşlerini bugün için “gündemin baş meselesi olarak” tartışmak kimseye bir yarar sağlamayacak. Aksi, İbn Teymiyye‘nin bugüne deva olabilecek görüş ve yaklaşımlarından da mahrum kalmamıza yol açar.
Şunu aklımızdan çıkarmayalım: İbn Teymiyye‘nin “üç talak” hakkındaki görüşü etrafında kıyametler kopmuşsa, orada bir fetvayı icmaa aykırılığı yüzünden “butlan“la tavsif etmenin kaçınılmazlığını öngören bir sistemi ve o sistemin hayatiyetini görmemiz gerekiyor. Bugünse böyle bir “parça konu” etrafında değil, bizzat sistemin temellerini oluşturan Kur’an ve Sünnet (yani “Din“) üzerinde her türlü spekülasyon yapılıyor ve biz kendi kaynaklarımızı kurutmaktan başka bir anlam ifade etmeyen kısır/miyop tartışmalarla enerjimizi tüketiyoruz.
Ne zaman ki benimseyip bağlandığımız alimlerin yanlışları ortaya konduğunda “ale’r-re’s ve’l-ayn” diyecek geniş yürekliliği, ilmî seviyeyi ve insaf anlayışını yakalarız, o zaman İbn Teymiyye‘yi de diğerlerini de enine-boyuna konuşup tartışma hakkını kendimizde görebiliriz. Gördüğüm o ki, bu tarafgirlik psikolojisi içinde İbn Teymiyye karşıtları İbn Teymiyye‘nin, yandaşları da el-Gazzâlî‘nin, Fahruddîn er-Râzî‘nin ya da M. Zâhid el-Kevserî‘nin eserlerini ciddi bir mesai sarf ederek inceleme zahmetine katlanmadan, sloganlaştırılmış birkaç mesele üzerinden şablon üretmekle ömür geçiriyor.
Bütün bu söylediklerim, “ilim” diye bir meselesi olup da yaşadığı çağla ilgilenenler için…
Milli Gazete – 9 Eylül 2003