“Hindoz”

Ebubekir Sifil2011, Gazete Yazıları, Mart 2011

Basına yansıdığına göre bilim adamları yeni bir tür hayvan “tasarlamış”. Bu yeni tür, horoz, tavuk, hindi arası bir şeymiş. Tavukla hindinin genlerinin değiştirilmesiyle elde edilen bu türün (Hindoz) başı horoz, boynu hindi, butları tavukmuş. Yumurta ve etinin hem hindininkinden hem de tavuğunkinden daha sağlıklı olduğunu söyleyen bilim adamları, yakında hindozun “seri üretimi”ne başlayacaklarmış.

Olayı birkaç şekilde okumak mümkün:

Mesela şöyle diyenlerimiz olabilir: Bilimde sağlanan ilerleme sonucunda insanoğlu göz kamaştıran sonuçlara imza atıyor. Bizden bir kuşak önce hayal bile edilemeyen gelişmeler bugün mümkün ve hatta sıradan hale geliyor. Bu insanoğlunun zekâ ve yeteneğinin başarısıdır.

Şöyle de düşünebiliriz: Eti ve yumurtası daha sağlıklı, daha besleyici olan hindozun bir an önce “seri üretimi”ne geçilmelidir. Yeni yetişen nesiller daha sağlıklı olacak.

Ben olayı iki açıdan değerlendirmekten yanayım:

  1. Modern insan “yaratma” güdüsüyle hareket ediyor.
  2. Modern insan fıtri/tabii olan her şeye müdahale ediyor.

Aslında bu iki değerlendirmeyi teke irca ederek şöyle de diyebiliriz: Modern insan tuğyan içinde.

“Tuğyan”ı el-Müfredat sahibi “İsyanda haddin aşılması” olarak tarif ediyor. Bunun anlamı şu: İnsan haddi tecavüz, azgınlık ve isyanda geri dönülmez noktaya geldiğinde “tuğyan” haline intikal ediyor. Geçmiş kavimlerin başlarına gelenlere baktığımızda isyankârlıkta had safhaya vardıklarında helak olduklarını görüyoruz. İlahi azaba muhatap ve helak edilmiş olan helak edilmiş olan Nuh (a.s) kavminin, Semud kavminin, Firavun’un… fiillerinin “tuğyan” olarak ifade buyurulmuş olması anlamlıdır…

Bu noktada biraz duralım ve şöyle bir kontra soru soralım: Bilimsel bir çabanın “tuğyan” olarak ifade edilmesi “tutuculuk, geri kafalılık…” değil midir?

Bu soru, hindozu “tasarlayan” ve “seri üretim”ine geçecek olan anlayışın ideolojik mülahazalardan uzak hareket ettiği varsayımına dayanmaktadır. Hindozu tasarlayanların varlık anlayışında bir problem bulunmadığını söyleyebilir miyiz?

Aslında buradaki “bilimsel çaba”, Yaratıcı’nın varlığa hakim kıldığı yasaların keşfinden ve yine o yasaların müsaade ettiği alan içinde hareket etmekten ibaret. Ama “fıtri yasaların müsaade etmesi, o yasaları koyanın “razı olduğu” anlamına gelmiyor!

Elbette mesele daha sağlıklı beslenmenin yollarını araştırmak değil. Bu, işin “garnitür” yanı. Tabiatta tavuk, horoz ve hindi mi tükendi ki böyle bir yola başvurmak zorunda kalındı?

Burada mesele, modern insanın tabiat ve varlığı “yönetme”de olduğu gibi “yaratma”da da ilahi sıfatlarla muttasıf olduğu vehminin tuğyan sınırına ulaşmış olması meselesidir.

“İnsanlar içinde bazıları vardır ki, dünya hayat hakkındaki sözleri senin hoşuna gider. Ve kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, İslam hasımlarının en yamanıdır. İş başına geçtiğinde yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çalışır. Oysa Allah fesadı sevmez.” (2/el-Bakara, 204-5)

Bu ayette Efendimiz (s.a.v)’e hitap edilmesi, ayetin bize bakan yönünün bulunmadığı anlamına elbette gelmez. “Sebebin hususi olması, hükmün umumi olmasına mani değildir.” Bugün “gelişmiş” ülkelerin söyleminin bizi nasıl cezbettiği malum. İslam ve müslümanlar hakkındaki düşünceleri de öyle. Bu iki noktayla birlikte gen alanındaki çalışmaları da hatırlayalım. Genetiği değiştirilmiş gıdalar ekinin, kopyalama yoluyla çoğaltılan hayvanlardan sonra şimdi de “hindoz” gibi garibeler de neslin helakı anlamına geliyor mu gelmiyor mu? Hatta bu alandaki çalışmaların “insan kopyalama”ya kadar vardırılabileceği artık herkes tarafından bilinen bir gerçek…

Ayetteki “helak”, hemen önce geçen “fesad”la sıkı biçimde irtibatlıdır. Ayetin sonunda Allah Teala’nın “fesadı” sevmediğinin vurgulanması bu noktayı teyit etmektedir. Yani ekinin ve neslin helakı da son tahlilde “fesad” kapsamı içindedir.

Sözün özü şu:

Modern insan, “Ben de yönetiyor ve yaratıyorum” diyor.

Milli Gazete – 19 Mart 2011