Batı’da halkın, devlet mekanizmasına karşı menfaatlerini korumak ve haklarını savunmak maksadıyla oluşturduğu örgütlenme tarzını ifade etmek için kullanılan “sivil toplum” kavramının bizde (İslamî terminolojide) bir karşılığı yoktur. Zira Batı’da devlet mekanizmasının hangi ilkeler temelinde çalışacağını belirleyen bir “üst irade” yoktur. Bu cümleyi kurarken “halk iradesi”ni atladığımı ve Batı’da devlet aygıtının “halk iradesi”ne uygun çalışmak zorunda olduğunun varsayıldığından gafil olduğumu sanmayın. Bunun farkındayım ve fakat bir şeyin daha farkındayım: Eğer bu alanda mevcudiyeti “varsayılan” o irade gerçekten mevcut olsaydı, halkın ayrıca “sivil toplum” formatında örgütlenmesine gerek kalmazdı…
Her neyse, meselemiz bu değil. Filistin’e insanî yardım götürme girişiminin, geldiğimiz noktada ne ifade ettiği üzerinde durmak için yaptım bu girizgâhı.
İHH önderliğinde “Rotamız Filistin Yükümüz İnsanî Yardım” sloganıyla yola çıkan kafilenin, ilk anda hepimizin içini burkan gelişmelere rağmen muvaffak olduğu açık. Belki “yakın hedef” arzu edilen tarzda gerçekleştirilemedi; ama bu girişimin doğurduğu ve doğuracağı neticeleri dikkate aldığımızda “muvaffakiyet” sözcüğünün altını çizmemiz gerektiği gerçeği tartışmasız biçimde tezahür ediyor. Hangi neticeler bunlar?
- Halk iradesi tek tek devletlerin, hatta Biraraya Getirilmiş Devletler’in (ne ilgisi varsa buna “Birleşmiş Milletler” diyorlar?!) yapamadığını yapmış ve propaganda gücü vasıtasıyla kendisini “karşı konulamaz güç” olarak vehmettiren İsrail’e kafa tutmuştur.
- İsrail’in, sahip olduğu silah, para ve propaganda gücü sayesinde her şeyi istediği gibi şekillendirebileceği inancı yerle bir olmuştur.
- İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım’ın da –Perşembe günü Fatih Camii’nde şehitlerin cenaze namazı kılındıktan sonra yaptığı konuşmada– altını çizdiği gibi, Mavi Marmara gemisindeki silahsız insanlar, İsrail’in “çok iyi eğitilmiş” ve son model silahlarla donatılmış komandolarını madara etmiş, altı İsrail komandosunu, ellerinden silahlarını alarak yaralamıştır.
- Yine Yıldırım, “Biz onlardan korkmadık; onlar bizden korktu” demişti. Bu olay Siyonistlerin korkaklığını bir kere daha bütün dünyaya en açık şekilde ispatlamıştır.
- Yıldırım, o konuşmasında, yaralı İsrail askerlerini geminin alt katında tedavi ettiklerini söylüyordu. İsraillilerse yardım gönüllülerine –yaralılar da dahil olmak üzere– her türlü insanlık dışı muameleyi yapmak suretiyle “insanlık”la ne kadar ilgili olduklarını bir kere daha net olarak ortaya koymuşlardır.
- Bu olay, Türkiye’yi aslî misyonuna döndürme konusunda adeta milat olmuş, Türkiye’ye gücünü ve imkânlarını hatırlatmıştır.
- İsrail bu olaydan sonra dünyada giderek daha da yalnızlaşmakta olduğunu fark etmiş, dünya kamuoyu, maskesi düşen İsrail’in gerçek niyetini ve yüzünü net bir şekilde görmeye başlamıştır.
- Bundan sonra Türkiye ve onu müteakiben İslam dünyası, Filistin meselesi hakkında çok daha duyarlı davranma ve sonuç alıcı girişimlerde bulunma mecburiyeti hissedecektir.
- Bundan sonra Türkiye’de ve dünyada sivil toplum örgütleri daha fazla öne çıkacaktır.
- Bundan sonra İsrail’in Filistin meselesinde eskisi kadar “rahat” ve “sorumsuz” davranamayacağını öngörebiliriz.
- Farklı milliyet ve dinlerden bir araya gelen gönüllülerin bu girişimi, Dinlerarası diyalog faaliyetlerinde düşülen hayatî hatanın, dinler arasında ortak noktalar keşfetme vehametinin tekrarına müncer olmamalıdır. Bu ve benzeri durumlarda diyaloğa “evet”, ama “yok aslında birbirimizden farkımız” aymazlığına “hayır”!
Milli Gazete – 5 Haziran 2010