Mal bulmuş mağribîlerin elinde tedavülde bulunan bir başka husus da bahse konu internet sitesinde şöyle ifade ediliyor:
“Ahmed Emin, hadis uydurmacılığının tablosunu gösteren şu zeki tespiti yapar: “İginçtir ki eğer hadisleri açıklayıcı bir şekilde ele alacak olsak piramit biçiminde olduğunu görürüz. Piramidin tepesi Allah’ın elçisinin dönemi olup aşağıya indikçe piramidin eni artmaktadır. Piramidin temeline vardığımızda Peygamber döneminden ne kadar geniş olduğunu farkederiz. Halbuki makul olan tersidir. Çünkü Peygamber’in yanında olanlar hadisleri (Peygamber’in söylediklerini) en çok bilenlerdi. Sonra onların ölümüyle hadisleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde gelişecekti. Ama bizler Emevi dönemindeki hadislerin bu dönemdekilerden daha kabarık olduğunu görüyoruz.”
Daha önce de bir başka vesileyle değinmiştim: Özellikle mütekaddimun Hadisçiler’in terminolojisinde aynı metnin değişik senetlerinin her birine, aynı metnin aralarında nüans(lar) bulunan varyantlarına, hatta Sahabe ve Tabiun kavillerine de “hadis” denirdi. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden sonra “merfu” hadislerin sayısında “reel olarak” herhangi bir artış olmamıştır. (Ulemanın “uydurma” olduğunu söylediği rivayetlerin bu tesbitin dışında olduğu izahtan varestedir.)
Şu halde, alıntıdaki tesbit şöyle düzeltilmelidir: Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanında olanlar (Sahabe) vefat ettiğinde, Din’in ikinci kaynağı olan Sünnet/Hadis, Din’in anlaşılmasında ve yaşanmasında herhangi bir boşluğun oluşmasına meydan verilmeksizin daha sonraki kuşaklara aktarılmıştır. Basit bir hesapla her bir alim sahabînin 2 öğrencisi olduğunu varsayarsak, Tabiun döneminde hadisleri bilenlerin sayısı Sahabe dönemine oranla ikiye katlanmış olacaktır. Dolayısıyla Sahabe döneminden sonra hadisleri bilenlerin sayısında “azalma” değil “artma” olduğunu söylemek durumundayız. Bu iki öğrenciden her birinin yine ikişer öğrencisi olduğu varsayımından hareket edersek, Etbau’t-Tabiîn dönemine gelindiğinde rakam kümülatif olarak yine katlanacaktır…
Elbette burada sayısı artan, sadece “hadisleri bilenler” değildir. Yukarıdaki örnekten devam edersek; Etbau’t-Tabiîn halkasına geldiğimizde, aynı rivayetin aynı sahabîde birleşen dört ayrı rivayet silsilesi oluşmuş durumdadır. Bu silsilelerden her biri –yukarıda da söylediğim gibi– ayrı bir “hadis” olarak itibara alınacaktır. Bu durumda Sahabe halkasındaki bir tek rivayet Etbau’t-Tabiîn halkasında (rivayet silsilesinin farklılığı anlamında) “4 hadis” oluvermiştir, bir. Aynı metin, bu dört rivayet silsilesinde birtakım lafız farklılıklarıyla aktarıldığında bunların her biri yine birer “hadis” olarak isimlendirilecektir, iki. Sahabe ve Tabiun halkalarını teşkil edenlerin her birinin fetvaları (mevkuf/maktu) rivayet olarak yine “hadis” tabir edilmiştir, üç. Sanıyorum anlaşılmıştır…
Bir başka iddia:
“Müslim sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine vardığı her hadisi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt, sayfa 28). Müslim’in mantığına göre hadisler dinin kaynağıdır, fakat kendisi her doğru bildiği hadisi kitabına almaz. Yani bu mantığa göre dinimiz eksik olur. Müslim’in atladığı bir hadisi, başka birinin atlamadığının garantisi olmadığına göre, gelenekçi mantık kendi kendini eksik ilan eden bu izahı kaynaklarında taşımaktadır. Hadisler dinin kaynağıdır diyen Buhari 600 bin hadis bilip 6000-7000 tanesini yani %1’ini kitabında yazmıştır. Geriye kalan % 99’u ise bunlara ihtiyacımız olmadığına veya bunların güvenilir olmadıklarına kanaat getirip kitabına almamıştır.”
Bu iddia karşısında lafı çok fazla uzatmaya gerek görmüyorum. Zira “tasnif dönemi”nin mahsulü olan elimizdeki Hadis musannefatı hadislerin tümünü bir araya toplamak maksadıyla kaleme alınmamıştır. Yani (elimizdeki musannefat için söylüyorum) hiçbir Hadis imamı, hadislerin tümünü bir araya toplamak maksadıyla kitap yazmış değildir. Ne zaman bu söylediğimin aksi ispatlanır, ancak o zaman yukarıdaki iddiada haklılık payı olduğu söylenebilir.
Diğer bir iddia:
“Buhari’nin 600.000 hadis bildiği iddiasını ele alalım. Buhari’nin hayatında hiçbir iş yapmadığını, hiç uyumadığını ve her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için her hadise 2 saat ayırdığını düşünelim. Sırf bu süre 130 yıldan fazladır. Oysa bazen bir hadisin, bir zincirinin, bir halkasının sağlamlığını anlamak için günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek, Buhari’nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesi binlerce yıla bile sığmazdı. Kısacası Buhari’nin ve diğer hadisçilerin bildikleri tüm hadislerin sağlamlığını test edip, içinden en sağlamlarını seçtikleri iddiası akıl dışıdır.”
Bu satırların yazarı belli ki hiç Hadis Tarihi okumamış. İmam el-Buhârî’nin yaşadığı dönemde İslamî ilimlerin her sahasında olduğu gibi Hadis sahasında da sistem oturmuş durumdaydı. Prof. Dr. Fuat Sezgin hocanın Buhârî’nin Kaynakları isimli çalışmasında ortaya koyduğu gibi, İmam el-Buhârî Sahîh’ini oluştururken büyük ölçüde yazılı kaynaklardan istifade etmişti. Bu sahada İmam el-Buhârî’den önce Sa’îd b. el-Müseyyeb, Sa’îd b. Cübeyr, Muhammed b. Sîrîn, Ebû Amr eş-Şa’bî, İbn Şihâb ez-Zührî, İbn Cüreyc, Sa’îd b. Ebî Arûbe, Şu’be b. el-Haccâc, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Abdullah b. el-Mübârek, Yahya b. Sa’îd el-Kattân, Vekî’ b. el-Cerrâh, Abdurrahman b. Mehdî ve daha yüzlerce isim –ve elbette bu arada Müçtehid İmamlar– Hadis sahasında icra-i faaliyet etmiş, ravilerin cerh-ta’dili ve hadislerin tashih-taz’ifi konusunda sonraki nesillere büyük bir birikim aktarmışlardır.
Devam edecek.
Milli Gazete – 1 Şubat 2005