Kur’an’ın hayata intikalinin en güvenli vasıtası olan Sünnet’in ve Sünnet’i bize ulaştıran vasıtaların ilki ve en önemlisi olan Hadis’in İslam’ın ikinci ve üçüncü yüzyıllarında “formüle” edildiği tezinin, Ümmet’in alimlerinin bizzat hadisler konusundaki tavrı göz önüne alındığında kabul edilebilir bir tarafının bulunmadığı görülmektedir.
Ulemamızın sahih kabul ettiği hadisleri de içine alacak biçimde –hatta ağırlıklı olarak bunları kastederek– kullanılan “formüle edilmiş olma” ifadesi, neresinden bakarsak bakalım, “uydurulmuş olma” ile aynı kapıya çıkmaktadır. Dolayısıyla burada bu tabir üzerinde fazlaca durmanın bir anlamı ve faydası bulunmadığı kanaatindeyim. Burada –sırf hadisler bağlamında– üzerinde durmaya değer noktaları şöyle özetleyebiliriz:
1- “Formüle edilmiş” hadisler, bildirdikleri anlam Sünnet’e uygun olsa da, lafızları itibariyle Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait olmayan formülasyonlardır, ifadelerdir.
Bu tezin önündeki en büyük engellerden birisi, bizzat Ulema tarafından “uydurma” olarak nitelendirilmiş hadislerdir. Zira uydurma veya zayıf hadisler hakkında kaleme alınmış kitaplarda, pek çok hadis hakkında, “anlam olarak doğrudur, ancak hadis olarak sabit değildir, uydurmadır” gibi ifadeler kullanıldığını görürüz.
Şu halde eğer anlamı Sünnet’e uygun olduğu halde sırf lafzı sahih ve güvenilir tariklerle gelmediği için “uydurma/mevzu” olarak nitelendirilen bu hadisler ile yine anlam olarak Sünnet’e uygun olan ve fakat sahih tariklerle gelen hadisler arasında nasıl bir fark vardır ki, Ulema bunlardan ilk kategoriye girenleri “uydurma”, ikinciye girenleri ise “sahih” olarak görmüştür?
2- Özellikle Hadis Fıkhı (Ahkâm Hadisleri) sahasında kaleme alınmış eserlerde ve mufassal Hadis şerhlerinde, pek çok hadisin Ulema tarafından “mensuh” sayıldıkları vakıası da konumuz açısından aynı derecede önemlidir.
Eğer “hadis formüle etme faaliyeti” diyebileceğimiz ve Sünnet’i hadisler kanalıyla aktarma/ifadelendirme maksadıyla yapılmış bir faaliyetten söz etmek mümkün ve doğru ise, bizzat onları formüle edenlerin, dönüp aynı hadisleri “mensuh” ilan ederek amel sahasının dışında bırakmalarının nasıl bir mantığı ve anlamı olabilir? Üstelik mensuh olduğu kabul edilmiş olan bu hadisler, Tedvin ve Tasnif dönemlerinde oluşturulmuş Hadis kolleksiyonlarında da kendilerine yer bularak ebedileşmişlerdir!
3- Hadislerin “formüle” edildiği iddiasında bulunanların cevaplandırılması gereken üçüncü önemli problem de şudur: Birtakım hadislerin isnadlarının Hz. Peygamber (s.a.v)’e ulaşırken, diğer bazılarının isnadlarının Sahabe, hatta Tabiun halkasında kaldığı (mevkuf ve maktu hadis) ve daha yukarıya çıkmadığı, bu saha ile ilginenen herkesin malumudur. Acaba işbu “formülasyon” işini üstlenen ve yürüten kimseler, senedi Tabiun veya Sahabe’den birine dayandırıp orada bırakmaktansa, Hz. Peygamber (s.a.v)’e kadar ulaştırıvermenin daha makul ve inandırıcı olduğunu farkedemeyecek kadar aklen “malul” mü idiler? Senedi daha yukarıya çıkarmanın sağlayacağı avantaj ve güvenilirlik ortada iken, işi böyle “yarım” bırakmış olmanın nasıl bir gerekçesi bulunabilir?
(Devam edecek)
15 Ağustos 2002 – Milli Gazete